Ahmed Fârûkî -Müjdeci mektublar

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul


YILDIZ1.GIF
971 [m.1563] yılında doğmuş ve 1034 [m.1624] yılında vefât etmiş olan, ikinci bin yılının müceddîdi, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretleri, islâm dîninin Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs-i Şerîflerden sonra, üç numaralı kitâbı olan (MEKTÛBÂT) kitâbını yazmışdır.


Üç cild ve aslı fârisî olan mektûbât kitâbında (536) mektûb vardır.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu eserinde, insanoğlunun rûhî hastalıklarının tedâvî yollarını göstermiş, islâm dînine nasıl inanılacağı, ibâdetlerin ehemmiyyeti, Evliyâlık, Resûlullahın güzel ahlâkı, islâmiyyet, tarîkat ve hakîkatin ayrı-ayrı şeyleri olmadıkları gâyet açık bir şekilde îzâh edilmişdir.

(Müjdeci Mektûblar tercemesi) kitâbı, (Mektûbât)ın birinci cildinin tercemesidir.

Başlangıçdaki mektûbları hocası Muhammed Bâkî-billaha yazıldığından ve tesavvufun inceliklerinden bahsettiğinden bu tercemeye alınmamışdır.


http://kitap.ihlas.net.tr/cgi-bin/cgi.exe/mjdmktb/query=*/doc/%7Bt0,16504%7D?
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Ey oğul!
Düşük dünya süslerine aldanmaktan sakın. Bu fani saltanata kanmamaya dikkat et. Bütün hal ve hareketlerinde şeriata göre amel et. Hayat, temiz şeriat üzere olmalıdır.
Ehl-i Sünnet ve'1-cemaat âlimlerinin görüşlerine göre öncelikle itikadı düzeltmek gerekir. Bundan sonra himmet dizginlerini amele faydalı fıkıh hükümlerini yerine getirmeye sarfetmelidir.
Farzların edasınde önemle durulmalıdır. Helal ve haram işlerinde dikkatli hareket etmelidir. Farzların yanında nafile ibadetlerin durumu yolda bırakılmış ve itibardan düşmüş gibidir. Halbuki bu zamanda insanların pek çoğu nafile ibadetlere önem verip farzları harap bırakmaktadır. Nafile ibadetlere önem verip farzları da düşük ve itibarsız saymaktadırlar.
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
esef onu bilmeyene ahhhhhh.duymayana ahhhhhhhh
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Ey oğul!
Yalan söylediği defalarca denenemiş olan bir kimse, "Bu gece düşman hücum edecek" diye bir haber verecek olsa, bu haber üzerine o beldenin ileri gelenleri derhal savunma tedbirleri alır. Bu haberi veren kimsenin yalancı olduğunu bildikleri halde o belanın giderilmesi için çareler ararlar. Çünkü tehlike ihtimaline karşı dikkatli olmak lazımdır.
Halbuki, doğru haber veren Resulullah (a.s.m.) bütünüyle âhireti haber vermiştir. Durum böyle iken bu haberden kimse müteessir olmamaktadır. Eğer müteessir olsalardı, ondan korunma çareleri ararlardı. Kaldı ki, Resulullah Efendimiz ondan korunma çarelerini de göstermiştir.
O nasıl bir imandır ki, doğru haberciye yalan haberci kadar itibar etmiyor
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Ey oğul!
İbadete yönelme vakti gençliktir. Akıllı olan bu vakti kaçırmaz, fırsatı ganimet bilir. Zira iş önemlidir. İnsan yaşlılık zamanına kalmayabilir. Kaldığını farz edelim, derlenip toparlanmak nasip olmaz. Böyle bir derlenip toparlanmanın mümkün olduğunu farz edelim, bir amel işlemeye güç yetiremez. Zira o zaman, zaafın ve aczin bastırdığı zamandır. Halbuki şu anda derlenip toparlanma durumu vardır, elde eldilmesi kolaydır.
Hele anne-babanın hayatta olmaları Yüce Hakkın nimetlerinden biridir. Senin geçimini onlar üzerine almıştır. İşte bu mevsim fırsat mevsimidir. Güç ve kuvvetinin yettiği mevsimdir. Bugünün işini yarına bırakmak için şu andaki durum nasıl bir özür olabilir? Ertelemeye ne gerek var? Resulullah (a.s.m.) bu manada şöyle buyurmuştur: "İşi erteleyen helak olur."
Evet, bugün ahirete ait işlerle bir meşguliyet varsa, bu düşük dünyanın işini yarına bırakmak cidden güzel olur, tam bunun aksi ise pek çirkin bir şey olur.
Şu zaman gençlik zamanıdır. Nefsin, şeytanın ve din düşmanlarının istilası zamanıdır. Bu zamanda yapılan az amele biçilen itibar, bu vakitlerden başka zamanlarda yapılan amellere biçilmez.
 

Uzak Yollar

Doçent
Katılım
15 Eki 2009
Mesajlar
569
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
54
1.mektubun başlangıcı:

Kâmil ve herkesi kemâle kavuşduran, vilâyet derecelerine ulaşmış, nihâyeti başlangıca yerleşdirmiş olan yolda gidenlerin önderi, Allahü teâlânın beğendiği dînin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imâmımız şeyh Muhammed Bâkî Nakşîbendî ve Ahrârî “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes ve bellegahüllahü sübhânehü ilâ aksâ mâ yetemennâhü” hazretlerine, kölelerinin en aşağısı olan Ahmedden en yüksek makâma dilekcedir. Kıymetli emrlerinize uyarak bu mektûbu yüzümün karası ile yazıyorum. Dağınık, bozuk olan hâllerimi titriyerek arz ediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allahü teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hattâ nisâ şeklinde, onların organları hâlinde ayrı ayrı zâhir oldu.

2.mektubun başlangıcı:

Kölelerinizin en aşağısı olan Ahmedin yüksek makâma dilekcesidir. İstihâre yapmamızı emr buyuran mektûbu, Ramezâna yakîn bir zemânda Mevlânâ Şâh Muhammed getirdi. Ramezândan önce kapınızın eşiğini öpmekle şereflenmek için vakt bulamadım

3.mektup başlangıcı:
Yüksek makâmınıza sunulur ki, buradaki sevdiklerimiz ve oradaki sevdiklerimizden her biri, bir makâmda kalmışlardır. Onları bu makâmlardan kurtarıp çıkarmak güç oluyor. O makâmlara yakışan bir kuvveti kendimde bulamıyorum. Yüksek teveccühleriniz ve merhametleriniz ile Hak teâlâ ilerletiyor. Bu alçağın yakınlarından biri bu makâmdan kurtulup geçdi. Allahü teâlânın zâtının tecellîleri başladı. Çok güzel bir hâldedir. Ayağı, bu aşağı kölenizin ayağı üzerindedir.

Böyle devam ediyor mektuplar.
En yükseke makama(!!!!),şeyhine yazılarak.
Bu şekilde bir yaklaşım ne sahabe tarafından Rasulullah(sav)'a yapılmıştır,nede sahabe kendi arasında birbirlerine.
Böyl düşünüyorum,hakaret değildir yada bir büyüğe(!!!) saygısızlık olarak algılanmasın.


 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Böyle devam ediyor mektuplar.
En yükseke makama(!!!!),şeyhine yazılarak.
Bu şekilde bir yaklaşım ne sahabe tarafından Rasulullah(sav)'a yapılmıştır,nede sahabe kendi arasında birbirlerine.
Böyl düşünüyorum,hakaret değildir yada bir büyüğe(!!!) saygısızlık olarak algılanmasın.

merak etmeyin büyüğe saygısılık olarak algılamadım..

sadece cehaletinize verdim..

okuyup bitirmediğiniz eser hakkında papağan gibi öğrendiklerinizi kopy paste etmişsiniz..tıpkı diğer fitne saçan konuları açtığınız gibi..

sorun değil..bilmemek değil öğrenemmek ayıp yazalımda öğrenin..

____________________

Bu fakîr, bir mektûbumda (Allahü teâlânın kendisi vücûddür) demişdim. Bunu, anlamıyarak yazmışdım. İşin iç yüzüne varamamışdım.

Vahdet-i vücûd gibi birkaç bilgi de, böyle yazılmışdı.

İşin içyüzünü bildirdikleri zemân, başlangıcda ve yolda iken yazdıklarıma ve söylediklerime pişmân oldum.

Tevbe ve istigfâr eyledim.

Estagfirullah ve etûbü ilâllah min cemî’i mâ kerihallah “sübhânehu ve teâlâ”.

260. mektub..



 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
1.mektubun başlangıcı:

Kâmil ve herkesi kemâle kavuşduran, vilâyet derecelerine ulaşmış, nihâyeti başlangıca yerleşdirmiş olan yolda gidenlerin önderi, Allahü teâlânın beğendiği dînin kuvvetlendiricisi, şeyhimiz ve imâmımız şeyh Muhammed Bâkî Nakşîbendî ve Ahrârî “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes ve bellegahüllahü sübhânehü ilâ aksâ mâ yetemennâhü” hazretlerine, kölelerinin en aşağısı olan Ahmedden en yüksek makâma dilekcedir. Kıymetli emrlerinize uyarak bu mektûbu yüzümün karası ile yazıyorum. Dağınık, bozuk olan hâllerimi titriyerek arz ediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allahü teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hattâ nisâ şeklinde, onların organları hâlinde ayrı ayrı zâhir oldu.

2.mektubun başlangıcı:

Kölelerinizin en aşağısı olan Ahmedin yüksek makâma dilekcesidir. İstihâre yapmamızı emr buyuran mektûbu, Ramezâna yakîn bir zemânda Mevlânâ Şâh Muhammed getirdi. Ramezândan önce kapınızın eşiğini öpmekle şereflenmek için vakt bulamadım

3.mektup başlangıcı:
Yüksek makâmınıza sunulur ki, buradaki sevdiklerimiz ve oradaki sevdiklerimizden her biri, bir makâmda kalmışlardır. Onları bu makâmlardan kurtarıp çıkarmak güç oluyor. O makâmlara yakışan bir kuvveti kendimde bulamıyorum. Yüksek teveccühleriniz ve merhametleriniz ile Hak teâlâ ilerletiyor. Bu alçağın yakınlarından biri bu makâmdan kurtulup geçdi. Allahü teâlânın zâtının tecellîleri başladı. Çok güzel bir hâldedir. Ayağı, bu aşağı kölenizin ayağı üzerindedir.

Böyle devam ediyor mektuplar.
En yükseke makama(!!!!),şeyhine yazılarak.
Bu şekilde bir yaklaşım ne sahabe tarafından Rasulullah(sav)'a yapılmıştır,nede sahabe kendi arasında birbirlerine.
Böyl düşünüyorum,hakaret değildir yada bir büyüğe(!!!) saygısızlık olarak algılanmasın.
Bu yolda ilerlerken, Allahü teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hattâ nisâ şeklinde, onların organları hâlinde ayrı ayrı zâhir oldu
Mektubun tam medni
BIRINCI MEKTÛB​
Bu mektûb, kendi mürsidi, Evliyânın büyügü, kalb ilmlerinin mütehassısı
(Bâkî-billâh) hazretlerine yazılmısdır. Ism-i zâhire baglı olan hâlleri
ve Arsın üstündeki makâmlara yükselmeyi ve Cennetin derecelerini ve
ba’zı Evliyânın mertebelerini bildirmekdedir:​
Kâmil ve herkesi kemâle kavusduran, vilâyet derecelerine ulasmıs, nihâyeti
baslangıca yerlesdirilmis olan yolda gidenlerin önderi, Allahü teâlânın
begendigi dînin kuvvetlendiricisi, seyhimiz ve imâmımız seyh Muhammed
Bâkî Naksibendî ve Ahrârî “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes ve
bellegahüllahü sübhânehü ilâ aksâ mâ yetemennâhü” hazretlerine, kölelerinin
en asagısı olan Ahmedden en yüksek makâma dilekcedir. Kıymetli​
emrlerinize uyarak bu mektûbu yüzümün karası ile yazıyorum. Dagınık,
bozuk olan hâllerimi titriyerek arz ediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allahü
teâlânın zâhir ismi o kadar çok tecellî etdi ki, her seyde ayrı ayrı göründü.
Bu tâifeye o kadar baglandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum.
Onların seklindeki zuhûr baska hiçbir seyde yokdu. Âlem-i emrdeki latîfelerin
hâlleri ve acâib güzellikler bu seklde görüldügü kadar baska hiçbir
seyde görülmüyordu. Onların yanında eriyordum. Yanıp kül oluyordum.
Bunun gibi her yiyecekde, her içecekde ve her cismde ayrı ayrı tecellîler
oldu. Lezzetli yemeklerde olan letâfet ve güzellik baska seylerde
yokdu. Tatlı serbetler de, tatlı olmayanlardan böyle baska idi. Kısaca
her tatlı seyde baska baska kemâl vardı. Bu tecellînin incelikleri, yazmakla
bildirilemez. Yüksek hizmetinizde bulunmakla sereflenmis olsaydım,
belki bildirmek nasîb olurdu. Bu tecellîlerin hepsi karsısında, yalnız​
(Refîk-ı a’lâ)​
yı istiyordum. Bu tecellîlere bakmamaga çalısıyordum,
fekat kendimi tutamıyordum. Birdenbire, bu tecellîlerin, o zemânsız,
mekânsız, hiçbirseye benzemeyen varlıga baglılıgı degisdirmedigini anladım.
Bâtın, ya’nî kalb ve rûh, hep ona baglı idi. Zâhire hiç bakmıyordu.
Zâhirde bu baglılık yokdu. Zâhir, bu tecellîlerle sereflenmisdi. Bâtının
gözü bu tecellîlere hiç kaymıyordu. Bunları bilmekden, görmekden
yüz çevirmisdi. Zâhir, çokluga ve iki varlıga baglı oldugundan, bu tecellîlere
uygun idi.
Bir zemân sonra, bu tecellîler görünmez oldu. Bâtının saskınlıgı ve bilgisizligi
yine vardı. Tecellîler yok oldu. Bundan sonra,
(FENÂ) hâsıl oldu.
Te’ayyün geri geldikden sonra hâsıl olan Te’ayyün-i ilmî, bu fenâda yok oldu,
bundan hiçbir sey kalmadı. Bu zemân islâm-i hakîkî baslamaga ve
sirk-i hafînin alâmetleri yok olmaga basladı. Ibâdetleri kusûrlu ve niyyetleri
bozuk görmek ve kulluk ve yokluk alâmetleri görünmege basladı. Allahü
teâlâ, yüksek teveccühlerinizin ve merhametinizin bereketi ile kulluk
ne demek oldugunu bildiriyor. Arsın üstüne yükselmek çok oluyor. Bunlardan
birinci çıkısda, uzun yolculukdan sonra, Arsın üstüne yükselince, Cennet
yukarıdan kus bakısı göründü. Bildiklerimden birkaçının Cennetdeki makâmlarını
görmek istedim. Dikkat etdim. Göründüler; makâmların sâhiblerini
de o makâmlarda gördüm. Dereceleri, yerleri, sevkleri ve zevkleri baska
baska idi. Baska bir yükselisde büyüklerimizin ve Ehl-i beyt imâmlarının
ve Hulefâ-i Râsidînin ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerinin
ve baska peygamberlerin makâmları ayrı ayrı göründü. Meleklerin
yükseklerinin makâmları. Arsın üstünde göründü. Arsın üstünde o kadar
yükseltdiler ki, yeryüzünden Arsa kadar veyâ bundan biraz dahâ az, ya’nî
Hâce Naksibend “kaddesallahü teâlâ sirrahül akdes” hazretlerinin makâmına
olan uzaklık kadar ilerletdiler. Naksibend hazretlerinin makâmının üstünde,
büyüklerden birkaçının makâmı vardı. Bu makâmın az üstünde
Ma’rûf-i Kerhî ve Seyh Ebû Sa’îd-i Harrâzın makâmı vardı. Baska büyüklerin
makâmları, bu makâmlardan biraz asagıda ve bir çogu bu makâmda idiler.
Seyh Alâüddevle ve Seyh Necmeddîn-i Kübrâ asagıda idi. Ehl-i beyt
imâmları bu makâmın üstünde idi. Bunların üstünde, dört halîfenin “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” makâmları vardı. Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ
ve aleyhimüssalâtü vesselâm” makâmları, o Serverin “sallallahü aleyhi

ve sellem” makâmının bir yanında idi. Meleklerin büyüklerinin “salevâ
tullahi ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecma’în” makâmları, bu makâmın
öte yanında ve bu makâmdan ayrı idiler. O Serverin makâmı, bütün
makâmların üstünde, en basda idi. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir.
Allahü teâlânın yardımı ile, her istedigim zemân yükseltiyorlar. Istemeden
de yükseltdikleri oluyor. Her birinde baska baska seyler görülüyor.
Hepsinin eserleri belli oluyor. Bunların çogu unutuluyor. O hâllerin birkaçını
yazmak istiyorum, fekat kalemi elime alınca hâtırlıyamıyorum. Çünki,
hiçbirine kıymet vermiyorum. Hattâ bu hâllerden tevbe ve istigfâr edecegim
geliyor. Onun için yazmaga sıra gelmiyor. Bu bozuk yazılarımı doldururken
birkaç sey hâtırımda idi, fekat hiçbirini yazmak nasîb olmadı. Saygısızlıgımı
uzatmıyayım.
Molla Kâsım Alînin hâli çok iyidir. Kendini gayb etmis, sü’ûrsuz, bitkin
bir hâldedir. Cezbe makâmlarının hepsini asdı. Kendi hâllerinin, sıfatlarının
asldan geldigini biliyordu. Simdi, o sıfatları kendinden uzak görüyor.
Kendini bombos buluyor, hattâ sıfatları durduran nûru da kendinden ayrılmıs
görüyor. Kendini o nûrun öte tarafında buluyor. Sevdiklerimizin hepsinin
hâlleri, her gün dahâ iyi olmakdadır. Bundan sonraki mektûbda insâallahü​
teâlâ uzun uzun arz ederim, efendim.
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0


YILDIZ1.GIF
971 [m.1563] yılında doğmuş ve 1034 [m.1624] yılında vefât etmiş olan, ikinci bin yılının müceddîdi, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretleri, islâm dîninin Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs-i Şerîflerden sonra, üç numaralı kitâbı olan (MEKTÛBÂT) kitâbını yazmışdır.


Üç cild ve aslı fârisî olan mektûbât kitâbında (536) mektûb vardır.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu eserinde, insanoğlunun rûhî hastalıklarının tedâvî yollarını göstermiş, islâm dînine nasıl inanılacağı, ibâdetlerin ehemmiyyeti, Evliyâlık, Resûlullahın güzel ahlâkı, islâmiyyet, tarîkat ve hakîkatin ayrı-ayrı şeyleri olmadıkları gâyet açık bir şekilde îzâh edilmişdir.

(Müjdeci Mektûblar tercemesi) kitâbı, (Mektûbât)ın birinci cildinin tercemesidir.

Başlangıçdaki mektûbları hocası Muhammed Bâkî-billaha yazıldığından ve tesavvufun inceliklerinden bahsettiğinden bu tercemeye alınmamışdır.


http://kitap.ihlas.net.tr/cgi-bin/cgi.exe/mjdmktb/query=*/doc/%7Bt0,16504%7D?

Bu kitaptaki tüm "talebe"leri "mürid" tüm "hoca"ları "mürşid" kelimeleri ile değiştirmelisiniz.

[Parantez [...] içerisindeki ibareler de İmam-ı Rabbani'ye ait değildir.]
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Hilmi! Mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükr etdim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarıyan ve dîn-i islâmda misli te’lîf olmıyan (Mektûbât) kitâbını okuyup, ba’zısını anlamak, çok ziyâde bir fadl ve ihsândır. Bu ihsâna kavuşduğunu anlayınca, Rabbime çok şükr eyledim.

Abdülhakîm-i Arvâsî


Müstekîmzâdenin tercemesini ele aldık. Ehl-i sünnet bilgilerini ve çok ince ve derin yazılmış olan tesavvuf ma’rifetlerini kolay anlaşılacak açık kelimelerle yazdık.

[1] Ba’zı yerleri iyi açıklıyabilmek için, başka kaynaklardan eklemeler yapdık. Bu eklemeleri ve te’vîlleri bir köşeli parantez [ ] içine yazarak, (Mektûbât)dan ayrı olduklarını belli etdik.

Birinci cilddeki üçyüzonüç mektûbdan, başdan yirmibirini mürşidine yazarak tesavvuf yolunda rastladığı müşkilleri sormakdadır. Kıymetli gençlerin istifâdelerine sunuldu.


İşbu (Müjdeci Mektûblar Tercemesi) kitâbında, îmân ve tesavvuf bilgilerine ağırlık verilmişdir. Bu kitâbı dikkat ile okuyan tâli’li bir kimse, kâmil bir îmân ve güzel ahlâk sâhibi olur. Tesavvufu, hakîkî tarîkati anlıyarak, sahte tarîkatcılara aldanmaz.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kâmil mü’min, eli ile, dili ile, mahlûklara zararı dokunmıyan kimsedir) buyurdu.

Derin âlim seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” de, (Er-Riyâdut-tesavvufiyye) kitâbında,

(Tesavvuf, tarîkat, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmakdır) demekdedir.

Görülüyor ki, bu kitâbımız, insanları zararsız ve iyi huylu yapmak için yazılmışdır. Bu kitâbı anlıyan ve uyan insan, Allahü teâlânın emrlerine ve devletin kanûnlarına itâ’at eder. İslâm dîni, hükûmete isyân etmeği, kanûnlara karşı gelmeği, fitne çıkarmağı şiddetle yasak etmiş, bu konuda hiçbir özr kabûl etmemişdir.

Seyyid Kutbun ve Mevdûdînin ihtilâlci, bölücü kitâblarına ve boş kafalarından yazdıkları uydurma fetvâlarına aldanmamalı, fitne çıkarmamalıdır.

Müslimân, vatanına, milletine fâideli olur. Vatandaşların aynı hak ve hürriyyetlere mâlik olduklarını bilir. Kendini kimseden üstün görmez. Râhat ve huzûr içinde yaşadığı azîz vatanını, milletini ve bayrağını çok sever. Herkese iyilik eder. Bölücülük yapmaz. Gayrı müslimlere, başka dinden, başka mezhebden olanlara, turistlere, yabancı tüccârlara, müsâfirlere de hiç kötülük yapmaz.

Müslimânların güzel huylu, iyi insanlar olduklarını, güler yüzü ile, tatlı sözleri ile ve iyi hareketleri ile, bütün dünyâya tanıtır. Herkesin seve seve müslimân olmalarına sebeb olur. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Kimseye hîle, hıyânet yapmaz. Devâmlı çalışır. Halâl kazanır. Kimsenin hakkına dokunmaz. Vergilerini, borçlarını vaktinde öder. Bunu, Allah da sever, kullar da sever. Çalışarak halâl para kazanmanın lâzım ve çok sevâb olduğu (Mekâtîb-i şerîfe)nin seksensekizinci mektûbu sonunda uzun yazılıdır. Bu mektûb, (Se’âdet-i Ebediyye) ikinci kısm sonundadır.


Allahü teâlâ, bütün insanları, imâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazılarından ve rûhâniyyetinden feyz alarak, küfrden ve sapık inanışlardan korusun!


(Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Resûlullahdan alarak bizlere ulaşdırdıkları, biricik kurtuluş yoluna kavuşdursun! Âmîn.


Bugün, müslimânlar üç fırkaya ayrılmışdır. Birincisi, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) denir. İkincisi (Şî’î), üçüncü fırka (Vehhâbî)lerdir. Bu ikisine (Fırka-i mel’ûne) denir. Çünki bunların müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbımızda yazılıdır. Müslimânları bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîlerle ingilizlerdir.


Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî nefsin yaratılışında mevcûd olan küfrü ve günâhları tenmizlemek için, her zemân çok (Lâ ilâhe illallah) okumalı ve nefsden ve şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitâblardan gelen küfr ve günâhlardan kalbini tasfiye için, kurtulmak için (Estagfirullah) okumalıdır. İslâmiyyete uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Nemâz kılmıyanın, açık kadınlara bakanın ve harâm yiyip içenin, islâmiyyete uymadığı anlaşılır. Bunun düâları kabûl olmaz.
 
Üst