Ahlâk Hususunda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e İttibâ

ukubat

Profesör
Katılım
9 May 2007
Mesajlar
1,942
Tepkime puanı
103
Puanları
0
Konum
istanbul,fatih
Web sitesi
www.ismailaga.org.tr
ahlak-hususunda-rasulullah-sallallahu-aleyhi-ve-selleme-ittiba.jpeg


Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i, “Muhakkak ki sen çok yüce bir ahlâk üzeresin” [1] kavli ile tebcil eden (onurlandıran) Allah Teâlâ’ya sonsuz hamd-ü senalar olsun! “Güzel ahlâkı tamamlamam için peygamber olarak gönderildim”[2] buyuran Efendimize nihayetsiz salâtlar ve selâmlar olsun!
İnsanın âlem-i emirden olan tarafı (ruhu) yaratılışı hasebiyle kutsî olan âleme yöneliktir. Ruhlar âleminden ana rahmine inip cesetler âlemine karışması sebebiyle bu kabiliyetini unutmuştur. Temeli anâsır-ı erbaa (dört temel unsur ki; su, ateş, toprak ve hava) olan yaşadığımız bu âleme ruhun alışabilmesi, uyumlu olması ve yaratılmasındaki hedefi yakalayabilmesi için Allah Te‘âlâ tarafından cibilliyetine (yaratılışına) bu âlemi sevme ve münasebet kurma özellikleri yerleştirilmiştir. O kadar ki ruhun nefse olan aşkı, nefsin istek ve arzularında eriyip gitmesine sebep olmuştur. Tîn Sûresindeki âyeti celîleler bu manaya işaret eder: “Zât-ı ulûhiyetime andolsun ki, muhakkak insanı en güzel kıvamda yarattık.” [3]Yani insan ruhlar âleminde tepeden tırnağa nurlara gark olmuş, huzur üzere devamlı Allah Te‘âlâ’yı zikrediyordu. “Sonra onu aşağıların aşağısına geri çevirdik.”[4] Sonra onu (cibilliyetine nefis ile münasebet ve ona âşık olma alakası/özelliği yerleştirerek) aslı adem (yokluk) olan nefis ile birleştirdik. Böylece karanlık içinde kaldı.
Şimdi tekrar Peygamberlerin (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) daveti ile ruh uyandırılarak kendisinin bu âleme ait olmadığı, asıl âleminin ahiret olduğu bildirilmiştir. Bu âleme inmek şartı ile ikram edilen ruhlar âlemindeki makamından daha üst makamlara yöneltilmesi gerekmektedir.
Bu ikaz/uyandırma, kendine getirme vazifesi asaleten önce Peygamberlere (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn), sonra da tâbiyyet yoluyla Enbiyanın zahir ve batın ilmine varis olan alimlere aittir. İrşâd, onların vazifesidir.
Yaratılışın Aslı
İmam-ı Rabbânî (Kudddise Sirruhû) birinci cildin 99. mektubunda yaratılışın aslını farklı bir zaviyeden şu şekilde anlatır:
“Peygamberler (Salavâtullahi Aleyhim Ecmaîn) davetleri ile ruhun uyanmasını sağlayarak, ruhun bedende hâkimiyeti ele geçirmesine teşvik etmişlerdir. Böylelikle ruhun Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın talimatlarını yerine getirerek hem kendilerinin hem de nefsin olgunluğunu elde etmesine vesile olmuşlardır. İnsanı hayra sevk edecek kanunlar manzumesi olan bu din, insanda bulunması gereken güzel ahlâkların vesilesidir. Her bir Peygamber tatbik ettirdiği şeriatla bunu yerine getirmiştir.”
Dinin dışında kalmış kimselerde bulunan güzel ahlâk kaideleri de Peygamberlerden (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) alınmıştır. İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) bu gerçeği 266. mektupta şu şekilde açıklar:
“Felsefecilerin en şerefli ilmileri olan tıp, feza (astronomi) ve ahlakı güzelleştirme ilmi tamamen önceden geçmiş Peygamberlerin (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) kitaplarından çalınmıştır. İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın el-Munkizu mine’d-Dâlâl isimli kitabında açıkladığı gibi bu ilimlerle kendi batıl ve asılsız görüşlerine insanları heveslendirmişlerdir.
Peygamberlerin (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) tâbîleri olan din sahipleri, davalarını ispatlamada kullandıkları aklî delil ve burhanlarında hata etseler de bunun bir zararı yoktur. Çünkü onların işinin medarı (etrafında döndüğü eksen) Peygamberlere tâbî olmaktır. Yüksek hedeflerine ulaşmakta birtakım aklî deliller ve burhanları teberruan (kendilerinin böyle bir şeye ihtiyaçları olmadığını bilerek) zikrederler. Yoksa onlara Peygamberlerini taklit etmeleri yeterlidir. Şu bedbaht olan felsefecilere gelince; boyunlarından taklit yularını çıkardılar. Bütün hâdiseleri akli delillerle ispatlamaya giriştiler. Sapıttılar ve saptırdılar. Allah Te‘âlâ’nın rahmetinden mahrum kalmış felsefecilerden, kendi zamanının en büyüğü olan Eflatun’a, Hazreti İsa (Aleyhisselâm)ın daveti ulaştığında, “Biz hidayet olunmuş bir cemaatiz. Bizi hidayet edecek kimseye ihtiyacımız yoktur!” dedi.
Ne kadar beyinsiz ve ne kadar bedbahtmış! Çünkü ölüleri dirilten, anadan doğma körleri ve alaca hastalarını iyileştiren bir şahsa ulaşıp da böyle bir cevap verdi. Hâlbuki Peygamberlerin (Salavatullâhi alâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) işleri, felsefecilerdeki hikmet tarzının üstünde bir işti. Görmeden, fikir sahibi olmadan ve onun kim olduğunu düşünmeden Hazreti İsa (Aleyisselâm)ı reddetmişti. Bu sebeple, onun bu hareketi tam bir inat ve akılsızlıktan kaynaklanmıştır.
Şiir:
Felsefenin, çoğunun hükmüdür beyinsizlik, Aynı şekilde tamamı da böyledir,
Bir şeyin ekserisinin hükmü bütününün de hükmüdür.
Allah Te‘âlâ (Celle Celâluhû) bizleri, onların kötü itikatlarının (ahlâklarının) karanlıklarından kurtarsın!”
Dipnotlar
[1] Kalem Sûresi, 4.
[2] Muvatta‘, Hüsnül-hulk, 8; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 2/381.
[3] Tîn Sûresi, 4.
[4] Tîn Sûresi, 5.


 
Üst