Ahlakımızı güzelleştirebilmek için neler yapmalıyız?

bencan

Üye
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
188
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Ahlakımızı güzelleştirebilmek için neler yapmalıyız? İnsanları çok eleştiriyorum, beni eleştirdiler mi kırarak cevap veriyorum, gurur yapıyorum, bunları nasıl aşarım?

Ahlakın bir çırpıda değişmesi elbette zordur. Zaman geçtikçe ilgili huylar daha da müzminleşir.

Bu husus âdil imtihanın da bir yansımasıdır. Çünkü Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde ahlakını düzenlemekle yükümlü olan insan, bu yükümlülüğü yerine getirme veya getirmeme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgür iradesini, iyi tarafa kullanan kimsenin bu saygısına bir mükâfat olarak ahlakının daha düzeltilmesi; kötü tarafa kullanan kimsenin bu saygısızlığına bir ceza olarak ahlakının o kötü çizgide devam etmesi adaletin bir sonucudur.

Genel adalet ölçüsü budur; Allah’ın lütfu ise ayrı bir konudur. İyilik Allah’tandır, kötülük ise sizin kendi nefsinizdendir (Nisa, 4/79) mealindeki Kur’anî prensip bu gerçeğin kanıtıdır. O halde, mevcut kötü durumumuzun bizzat kendi nefsimizden kaynaklandığını görmemiz ve ona göre nefsimize kızmamız gerekir.

İlgili huylarımızdan vazgeçmemizin birinci şartı, kötü huylarımızın bizzat kendimizden kaynaklandığını bilmemiz olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, bu hakikatli bakış açısıyla, iyi huylar edinmek gibi, kötü huylardan kurtulmanın da bizim gücümüzün dahilinde olduğunu öğreniyor ve bir direnç kazanmış oluyoruz.

Diğer taraftan, kötü huyların kökünü kazıyıp ortadan kaldırmak imkânsızdır. Çünkü onlar -imtihan gereği- varlığını sürdürürler. Mesela, bir kimse kızmak, hiddetlenmek, sert tavır almak, eleştirel bakış sergilemek gibi huyları kendimizden çıkartıp atamayız. Bunlar, yaratılışımızda var olan huylardır. Yalnız bunların yönlerini değiştirmekle onları yerli yerince kullanabilir ve kötü gidişatın önüne geçebiliriz. Örneğin, diyelim ki, eleştirmek huyu bizde fazladır, yapmadan edemeyiz.. Yapalım fakat hedefi doğru koyalım, kimi neyi eleştireceğimizi iyi tespit edelim.. Eleştiri oklarımızı rastgele -gönülleri kırarak- mümin bir kardeşimize yöneltmek yerine, -en büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir (Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 3/4) buyuran efendimizin bu tespitlerine dayanarak- kendi nefsimize yönelterek hem eleştiri yönden kendimizi tatmin, hem de nefis düşmanımızı rezil, hem de ahiretimize azık temin etmiş oluruz. Çok kolay bir yerden mümin kardeşimize kızacağımıza, şeytanımıza, nefsimize kızalım. Hem kızgınlığımızı tatmin hem de hem de ahlakımızı tehzip etmiş/arındırmış oluruz.

Hiç bir insan kendi menfaatini bile bile terk etmez. İki ayrı menfaat söz konusu olduğu zaman en fazla karlı olanı tercih eder. Keza her insan iki zarardan en az zarar verecek olanı tercih eder. Bu aynı zamanda aklın da gereğidir. Bu ölçüyü dünya-ahiret dengesi için de kullanabiliriz.

Nefsimizin hoşuna giden bir günahı işlemekle aldığımız birkaç gramlık lezzete mukabil, iman şuuru ile mütehassıs olan vicdanımıza bir batman lezzeti kazandıran işleri terk etmek aklın kârı değildir.

İki günlük dünyayı, ebedî hayata tercih etmek bir mümin için çok feci bir yanılgıdır.

İki kişinin yanında -yanlış düşündüğü- gururunu kurtarmayı düşünüp de, mahşer meydanında milyonlarca insanların, peygamberlerin ve de Allah’ın huzurunda gerçek gururunun, insanlık onurunun kırılmasını düşünmemek, mantık açısından çözülmez bir denklemdir.

Şu hadis-i şerifte de önemli bir vurgu vardır: Münafık olan kimsenin alametlerini sayan efendimiz şöyle buyurmuştur Dört haslet/vasıf/özellik vardır ki, bir kimsede bulunduğu zaman tam bir münafık olur. Onlardan biri bulunduğu takdirde ise, -onu bırakmadığı sürece- nifaktan bir özelliği kendinde barındırmış olur; Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünden cayar, antlaşma yaptığı zaman bağlı kalmaz-haksızlık eder, birisiyle mücadele ettiği zaman fucura sapar/aşırılığa kaçar(adam bir eleştirmişse o beş eleştirir, adam bir kötü söz söylediyse o on mislini söyler)(Kenzu’l-ummal, h. no: 848).

Bilindiği üzere, iman hem nurdur hem kuvvettir.. Kuvvetli imanı elde etmeye ve bu imanı, Allah’ın emirlerini yerine getirerek, haramlarından da sakınarak, pekiştirmeye ve devam ettirmeye çalışmak gerekir. Böyle kuvvetli bir imanı elde eden kimse, prensip olarak Allah’ın rızasını esas alır.. Nefsinin hoşuna gideni değil, Allah’ın hoşuna gideni tercih eder. İnsanların alkışlarını değil, Allah’ın aferin kulum! demesini tercih eder.

Bu açıklamaların ışığında konuya bakmakta fayda olduğunu düşünüyoruz.

Rahman ve Rahim olan Allah hepimizi sırat-ı müstakime ulaştırsın, halis ve nasuh tövbeyi nasip eylesin, ÂMÎN!

http://goo.gl/IhKo2Y
 
Üst