Âhir Zaman'da Ümmetin En Faziletli Üç Öncüsü

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (90)

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- (3)

Âhir Zaman'da Ümmetin
En Faziletli Üç Öncüsü:


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:
"İnsanların hayırlısı benim zamanımdaki müslümanlardır. Sonra onlara yakın olanlar, ondan sonra da Ashâb'ımı görmüş olanlara yetişenlerdir." (Buhârî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Hadis-i şerif'inde birinci bin senenin içinde ümmet-i muhteremesinden en faziletli olanların;
Ashâb-ı kiram, Tâbiîn-i kiram ve Tebe-i tâbiîn olduğunu beyan buyurmaktadır.
Bu Hadis-i şerif'e tutulanlar ilerisini göremiyor, umuma bakarak kararını veriyor. Bu Hadis-i şerif umuma âittir. Bu husus da birinci bin seneye âittir.
Kâdir-i mutlak olan Allah-u Teâlâ dilediği zamanda dilediğini halkeder ve hükmünü yürütür.
Hususa âit olana gelince; bu durumu önceki sohbetimizde arzetmiştik, bu mevzuyu canlandırmak için tekrar arzediyoruz.
Şeyhü'l-ekber Muhyiddin-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabında, Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hatmü'l-Evliyâ" kitabı'ndakine benzer bir üslûpla, âhir zamanda fitne ve fesadın çok oluşuna aldanarak, bu zamana kötü bir nazarla bakanların; Hâtemü'l-veli, Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm'ın zuhur edeceği üç devri, üç merdiveni gözardı ettiklerine dikkati çekerek şöyle buyurmuştur:
"Onlarla ilgili olan üç asrı değerlendirdikleri esnâda, ne zaman ki onu küçümseyerek kestirip atarlar; değerlendirme üstüne değerlendirmede, atıf üstüne atıfta bulunurlar. Nihâyetinde de: '(O devirde) artık herhangi bir hayır ve emir kalmaz!' diyerek neticeye ererler. Zirâ onlar, ona eriştikleri an, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in;
'Gelecek her zaman, sizin için bir öncekinden daha kötüdür.' (el-Bidâye ve'n-Nihâye)
Hadis'ine tutunurlar. (Çünkü) onlar; Mehdî, Hâtemü'l-veli ve İsa peygamber'in -salavâtullâhi aleyh- zamanından ibaret olan, üçüne tâbi olunduktan sonra gelecek dördüncü devri bilmezler. Halbuki beşer içinde (asıl) fesad, (bu) üç devir nihayete erdiği zaman zuhûr eder." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; Şehid Ali Paşa, no: 1287, 54[SUP]b[/SUP] yaprağı.)
Hazret halkı uyandırmak ve hakikata celbetmek için, hakikatleri gözler önüne sermiştir. Nasipdar olan nasibini alır, amma Allah-u Teâlâ'nın hidayet vermediği kimseye kim ne verebilir?
Onun bu beyanından da anlaşılıyor ki, ikinci bin senenin içinde ümmetin faziletli olanları da üçtür:
Hâtemü'l-veli
Mehdi Resul
ve İsa Aleyhisselâm.

Bunlar ikinci bin senenin faziletli olanlarıdır.
Hususa âit olanlar ikinci bin seneden sonra gelmişlerdir.
Allah-u Teâlâ Ulul-azm peygamberleri gönderdiği gibi; dinini ayakta tutmak için, zamana ve devre göre onları gönderir ve devreye koyar.
İşte bu gerçek sizin gözünüzden kaçıyor. Onlar hususi kullardır, aldıkları emre göre hareket ederler. Umuma şâmil değildir. İrşada memurdurlar. Allah-u Teâlâ'nın hüccetini ayakta tutmakla görevlidirler.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüz yıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud: 4391)
Fakat bin seneden sonra gönderdiği müceddid onlara katiyyen benzemediği için ona o ilim verilmiştir. Doğrudan doğruya Kudsî ruh ile desteklendiği için, Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıdığı için ve Âyân-ı sâbite'de de veli olduğu için ona verilen kemâlât çok büyüktür. Yüz senede bir gönderilenlerle bin seneden sonra gönderilen arasındaki farkın büyüklüğü buradan doğmaktadır.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususa işaret ederek buyurur ki:
"Bilesin ki, her yüz başında bir müceddid gelip geçti. Ne var ki, yüz senelerin başında gelen müceddid ile, bin senenin başında gelen müceddid bir değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibidir. Hatta daha da fazla...
Müceddid o zâttır ki: O müddet içinde ümmete her ne gibi feyz varidatı gelirse onun vasıtası ile gelir. İsterse o vaktin kutupları, evtadı, ebdali ve nücebası bulunsun." ("Mektûbât"; 317. Mektup)
Yani bu zaman ayrı bir zamandır, Ulül-azm peygamberlerin zamanı gibi bir zamandır. Binaenaleyh o Hadis-i şerif bin seneye kadar gitti, amma Allah-u Teâlâ ikinci bir devri açtı. İkinci devirde öyle kimseler gelecek ki Ashâb-ı kiram'ı elli derece geçecekler.
İşte beşeriyetin içinde bu ikinci ilimden yararlananlar bunlardır. Hakikat ehlinden ona yakın olanlar bundan istifade eder ve bu hakikatları çözebilir.
Umumi ile hususi ayrılmış durumdadır.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın kendi dinini ayakta tutmak için hüccet verdiği kimselerdir, işte biz şimdi bunları size izah ediyoruz.
Allah-u Teâlâ Ulül-azm peygamberlerine vazife yaptırdığı gibi, bunları da vazifeli kılar ve dininin emirlerini hatırlatmaya, hidayetinin artırılmasına, nurunun yayılmasına vesile eder.
Hadis-i şerif'te geçtiği üzere yüz senede bir gelecek irşad memurları vardır. O devir başka idi, bu devir başkadır. Burada tarif edilen, bin senede bir gelecek olandır. Gelen Ulül-azm peygamberin vazifesi ile geliyor. Artık o zaman geride kaldı, yeni zamanı tanıtmaya çalışıyoruz.
Ve yeni zamanın hususiyetlerini ortaya koyacağız, bunu da Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle izah ve ispat edeceğiz.
Arzedeceğimiz Hadis-i şerif'ler, bu fazilet bu meziyetler bu devre göredir ve bu da üç merdivene dayanır: Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm. Bunlar ikinci bin senenin devrinin merdivenleridir.
Bin seneye kadar hudut vardı, bin sene sonraki icraat ise budur. Ulül-azm peygamberleri gönderdiği gibi, ona denk olan vazifedarları da gönderir.
Bunlar bu devirdeki bozukluğu düzeltmek için gönderilmiştir. Ulül-azim peygamber gibi.

 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul
,Gönenli Mehmed Efendi, ks... Rahmetli ERBAKAN hoca ve Mahmud Efendi hazretleri,.... üçünüde çok severim..:).... daha nice gönül erleri varda....
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
,Gönenli Mehmed Efendi, ks... Rahmetli ERBAKAN hoca ve Mahmud Efendi hazretleri,.... üçünüde çok severim..:).... daha nice gönül erleri varda....


Ne yani ! Forumdaki Hadis Munkiri kardeşlerini sevmiyor musun? Seni boşuna mı stajer yaptılar ? Yoksa, kardeşlik sözlerinde mi samimi değilsin !

 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
"Yani bu zaman ayrı bir zamandır, Ulül-azm peygamberlerin zamanı gibi bir zamandır. Binaenaleyh o Hadis-i şerif bin seneye kadar gitti, amma Allah-u Teâlâ ikinci bir devri açtı. İkinci devirde öyle kimseler gelecek ki Ashâb-ı kiram'ı elli derece geçecekler."

Bu kimin sözüdür?

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
her konuştuğumuz adam, sevdiğimiz adam olmaz.... kişi sevdiği ile beraberdır, buyuruldu...


Ha demek ki sen sevmediklerine de “kardeşim” diyorsun ! Sende sanırım bir kalp değil, sadece kan pompalayan bir et parçası taşıyorsun !






"Yani bu zaman ayrı bir zamandır, Ulül-azm peygamberlerin zamanı gibi bir zamandır. Binaenaleyh o Hadis-i şerif bin seneye kadar gitti, amma Allah-u Teâlâ ikinci bir devri açtı. İkinci devirde öyle kimseler gelecek ki Ashâb-ı kiram'ı elli derece geçecekler."

Bu kimin sözüdür?


Bu sözler İmam-ı Rabbani Hz.lerinin 317. Mektubundaki beyanlarının şerhidir ve Hatem-i Veli Ömer Öngüt (k.s.) a aittir.Bunu nasıl anlayıp da- çıkaramadınız doğrusu hayret!
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
dede kaçak ölmüş onun ruhuna hoşaf pişiriyoruz anlarmısın göderelimde bak bakayım
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Bu sözler İmam-ı Rabbani Hz.lerinin 317. Mektubundaki beyanlarının şerhidir ve Hatem-i Veli Ömer Öngüt (k.s.) a aittir.Bunu nasıl anlayıp da- çıkaramadınız doğrusu hayret!


Ömer Öngütün anladığı mana yani?

"Ashâbıma küfretmeyin. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki sizden biriniz Uhud dağı kadar altını (Allah yolunda) infak etse (harcasa), yine de onlardan birisinin infak ettiği bir müd, hatta müddün yarısının sevabına bile erişemez." ( Buhârî, hadis no: 3673, Müslim, hadis no: 2541 ) hadisi aklıma geldi. Merak ettim kimin sözü olduğunu.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Ömer Öngütün anladığı mana yani?

"Ashâbıma küfretmeyin. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn ederim ki sizden biriniz Uhud dağı kadar altını (Allah yolunda) infak etse (harcasa), yine de onlardan birisinin infak ettiği bir müd, hatta müddün yarısının sevabına bile erişemez." ( Buhârî, hadis no: 3673, Müslim, hadis no: 2541 ) hadisi aklıma geldi. Merak ettim kimin sözü olduğunu.

Aman ne büyük bir kaşifatta bulundun ya ! Yalnız sana bir şey hatırlatayım başkası duymasın:
Sevab kazanmak ayrı şey; görevlenmek ve görevlendirilmek çok daha ayrı şey beyim !

Hatem-i Veliliğin ashab-ı kiramdan birisine verilmeyeceğini çocuklar bile akledebilir de buradaki bazıları bir türlü akledemiyor işte !






 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Aman ne büyük bir kaşifatta bulundun ya ! Yalnız sana bir şey hatırlatayım başkası duymasın:
Sevab kazanmak ayrı şey; görevlenmek ve görevlendirilmek çok daha ayrı şey beyim !

Hatem-i Veliliğin ashab-ı kiramdan birisine verilmeyeceğini çocuklar bile akledebilir de buradaki bazıları bir türlü akledemiyor işte !





hatemi veliliğin ömer öngüte verildiğini kim söylüyor?
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
hatemi veliliğin ömer öngüte verildiğini kim söylüyor?

alitufan2003


1-)
Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici husûsiyetlerini tespit etmek için yazdığı"Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hatemü'l-evliyâ, batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz’î Muhammedî imamlığın Hâtem’i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s.15)
• O’nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s.48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s.75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem'leri anımsatır. (s.75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s.16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s.16, 18, 74)
• O’nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr’u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s.73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s.73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s.16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s.22)
• O, hiç bilmezken 'Hatemiyyet' mertebesiyle kemâl bulur. (s.71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s.15-16)



Ömer ÖNGÜT -K.S.- Hazretleri;
1927 senesinde Yugoslavya'nın Yenipazar şehrinde dünyaya gelmişlerdir.

Babaları Muharrem Efendi, anneleri Çelebiye Hanım'dır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin neslinden olan Medine-i Münevvere'li Şeyh Ahmed -kuddise sırruh- Hazretlerinin torunudurlar.
Şeyh Ahmed Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri bir sebeple geçici olarak Yugoslavya'nın Yenipazar şehrine geldiğinde vefat etmiş, çocukları ise orada kalmışlar, daha sonra torunları Medine-i münevvere'ye değil de 1936 yılında Türkiye'ye gelerek Düzce'ye yerleşmişlerdir.
Müellifimiz, Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretlerinin hulefasından Şeyh Halil Fevzi -kuddise sirruh- Hazretlerinin hizmetlerinde olmakla kemal bulmuşlar, 1950 senesinde ahirete intikallerinden sonra ise irşada başlamışlardır.
Okur-yazar olmaktan başka herhangi bir zahirî tahsilleri bulunmamaktadır.


2-)İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kitâbu'n-Netîce" adlı eserinin 1. cildinin 436. sayfasında ise, Hatem'ül evliyâ olan zâtın kitaplarının Hazret-i Kur'an'la dolu olacağını, bu ilmin has bir ilim olduğunu iki asır öncesinden haber vermekte, o devirde yaşayacak bütün ehl-i imânı bu zâta tâbi olup kurtulmaya teşvik etmektedir:
"Hatm'ül-evliyâ'ya muhabbet eyle, tâ ki bununla dahi şefaate muhtaç olmayasın.
Zirâ bu bir muhabbettir ki adâvetleri ref' eder. (Düşmanlıkları kaldırır.)
Ve bu bir ikrardır ki kabirde, münker ve nekiri hayrette kor.
Ve bu bir intisabdır ki selâtin ona reşk eyler. (Sultanlar gıpta ederler.)
Ve bu bir ilimdir ki, hakîmin aklı bunda müncemid olur. (Hikmet sahiplerinin akılları donar kalır.)
Ve bu bir dergâhtır ki, havâss (zâtlar) ona meşyen ale'l-vücuh (yüzüstü sürünerek) gelir.
Ve bu türbeye kubbedir ki, seri eflâkin (süratli feleklerin) fevkindedir.
Ve bu türbenin sırrı bir sırr-ı azîmdir ki, (öyle büyük bir sırdır ki), cemî'i emsâra sâridir. (Bütün şehirlere sirayet etmiştir.)
Ve bu bir kitabdır ki, kütüb-ü ilâhiyye umumen bunda mündericdir. (İlâhî kitaplar bunun içinde dercedilmiştir.)
Ve bu bir kalemdir ki onun levhi âriflerin kalpleridir.
Ve bu bir nakş-ı garib (bambaşka bir nakış)dır ki, her kim onun sıbğıyla masbuğ olursa (onun boyasıyla boyanırsa) ebedî solmaz.
Ve bu bir şekildir ki, bunun neticesine kimse ermez ve ilmî dairesine bir fert girmez." ("Kitâb'ün-Netice"; cilt: 1, sh: 436)


3-)
"Üç Mühim Vazife:
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bu âciz, fakir, pür-taksiri bu zamanda şu üç husus için gönderse gerek:
Birincisi; bölücülerle mücadele.
Dinimizi ve vatanımızı paramparça yapmak isteyen bölücü gruplar birer imam tayin etmişler ve müslümanları kendilerine çekip çevirmeye çalışıyorlar. Bu konuda birçok kitap yazıldı.

İkincisi; âhir zaman ulemâsının iç yüzünü ortaya sermek.
Bir taraftan isyan ve zulüm karanlıklarında icraatlarını yürüten bu gibi putlaştırılmış yol kesicilerle amansız bir mücadele ederken, diğer taraftan da âhir zaman ulemâsının iç yüzlerini ortaya koyup verdikleri yanlış fetvâlardan çelişkiye düşen müslümanlara en kısa yoldan, az ve kesin sözlerle hakikati duyurup ihtilafları bertaraf etmeye çalışıyoruz. Organ nakli ve vasiyetine verilen fetvâ da bunlardan biri idi. Asla caiz olmadığını Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle ispat ettik.

Üçüncüsü; Vahdet-i vücud mevzusundaki ihtilâfları ve çekişmeleri ortadan bertaraf etmek.
Vahdet-i vücud hakkındaki asırlardır bilinmeyerek yapılan münakaşalara çözüm getirmişizdir.
"
ÖMER ÖNGÜT -K.S.- Hazretleri


4-) HATEM-İ VELİ'nin Arap olmasına rağmen arapçayı iyi konuşamadığının ve Türk'e gönderileceğinin ifşaatı:

Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye”nin başka bir bâbında yer alan diğer bir ifşaatında, bu “Hâtemü’l-velâye”nin, Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Buyururlar ki:
“Velâyet-i Muhammediyye bu Arap soyundan bir kişidedir ki, o bu milletin en asillerinden bir zâttır.” (“Fütûhâtü’l-Mekkiyye”, s. 214, trc. S. Alpay)

Şeyhü’l-ekber MuhyiddÎn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin “Hatmü’l-evliyâ’”da sorduğu soruları cevaplandırmak için yazdığı “Kitâbu’l-Cevâbü’l-Müstakîm ammâ Se’ele anhu et-Tirmizî el-Hakîm” adlı eserinde, bu sorulardan on üçüncüsü olan; “Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Hâtemü’n-nübüvve’ye hak kazandığı gibi, Hâtemü’l-evliyâ’ olmaya kim hak kazanmıştır?” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“Buna hak kazanan, ceddine (Muhammed Aleyhiselâm’a) çok benzeyen bir kimsedir. O
Arapça’yı pek iyi konuşamaz, fakat ahlâkı hususunda da ondan farklı olmaz.”
(“Kitâbu’l-Cevâbü’l-Müstakîm ammâ Se’ele anhu et-Tirmizî el-Hakîm”, Beyazıt Devlet ktp. Genel, nr.: 3750, vr. 242[SUP]b[/SUP])

Hâtemü'l-Evliyâ'nın,
Halkın Fesada Düştüğü Bir Devirde
Türk'e Gönderilmesi:

Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı "Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde, kırkların tümünün zuhurundan sonra "Hâtemü'l-evliyâ" olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellîleri anlattığı "Büdüvv-ü Şe'n" adlı risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk'e gönderileceğini keşfetmişti.
onun "hepsi dünya ehlinden olan bu kırklar"ı mânevî bir toplantıya çağırdığını bildirmişti. Toplantı emri yalnız kırklar'a gelmiş, ancak bu zâtı, yanındaki bazı velîlerle birlikte Hazret de merâk edip görmeyi istemişti. Öyle ki; "Emrolunan kişiyi ben hangi şeyle tanıyacak ve (onunla) ne zaman tanışacağım?" diyerek, bu arzusunu açıkça da dile getirmekteydi. Bunun üzerine Hazret'e: "Kırkların henüz tamamı mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk'e geleceği haber" verildi.
Nitekim Hazret, bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhade ederek; "Halkın, maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu." diyor ve ardından "Kendilerini korkuttuğunu görmüş olduğum şeyden onlar sayesinde tesellî buluyorlardı." buyurarak, halkın içine düştükleri fesaddan bu ordu sayesinde kurtulduklarına işaret ediyordu. Çünkü bu zât "Türk'e geleceği" sırada, henüz "kırklar tamamına ermeden bu halk fesâda düşmüş"tü.
(Hakîm et-Tirmizî, "Risâle-i Büdüvv-i Şe'n", İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 215b-216[SUP]a[/SUP]-217[SUP]a[/SUP])

HATEM-İ VELİ ÖMER ÖNGÜT K.S. Hazretleri'nin beyanları:
"Osmanlı devleti bir zamanlar İslâm'ın bayrağını götürüyordu. Hilâfet onlardaydı. Allah-u Teâlâ onları her devirde velilerle destekledi. Fakat âhirzaman geldi, fesat devri başladı ve bu necip millet bozuldu, fesat hâline düştü. Öyle bir fesat ki, iman ile küfür birbirine karıştı.
Böyle bir zamanda, bu necip milletin necip olanlarını kurtarmak için, Allah-u Teâlâ bu beldeye Hâtemü'l-velî'yi gönderdi. Bu milleti seviyor, neciplerini ayırıyor, onları desteklemek için bir lütuf veriyor.
Daha evvel de arzetmiştik ki; bu birinci basamaktır. Hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteğidir.
Binaenaleyh bu destek ahirete çekilinceye kadar devam edecek. İşin nezaketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutar, direk yıkılınca çadır da yıkılır.
Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı kaldırmak için Hazret-i Mehdi'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murad edilen noktaya kadar yürüyecek, vazifesini ifâ edecek. Sonra onun elindeki iradeyi de çekecek. Deccal'e salâhiyet vermeyi murad edince, onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi, Hazret-i Mehdi uzağa açılacak, o ise istilâya başlayacak. Ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf düşünce, onun maiyetini kurtarmak ve İslâm'ı galebe çaldırmak için Allah-u Teâlâ üçüncü olarak da Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ı gönderecek. Deccal ve yahudiler o şekilde temizlenecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat bununla kalmayacak. Bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek. Üzerlerine tank gibi yürüyecek, fakat Allah-u Teâlâ onları da bir gecede helâk edecek ve böylece dünyayı boşaltmış olacak."

HATEM-İ VELİ ÖMER ÖNGÜT K.S. Hazretleri


5-) Nuaym bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdi'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi'nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar'ın çıkmasıdır." (Suyûtî, Kitabu'l-Arfi'l-Verdi fî Ahbâri'l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
Aslında görebilen için bu Hadis-i şerif'te her şey çok âyân bir şekilde belli edilmişti. Mühim olan, geleceği haber verilen bu zâtı bu Hadis-i şerif'te görebilmekti. Fakat bu herkese müyesser olmadı. Çünkü her bilginin özü Hadis-i şerif'lerde gizlidir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in işaret buyurduğu bu Hadis-i şerif'i kitaplarında Zât-ı âlileri şöyle izâh etmişlerdir:

Bu Beş İşaret:
1. Batıda doğması.
2. Kinde kabilesi'nden olması.
3. Ayağının sakat olması.
4. Bayraklılar'ın başına geçmesi.
5. Hazret-i Mehdi'nin doğduğunun alâmeti olması.


6-) Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri Bizzat İsimle Zikrediyor:

Bu zaman öyle bir zaman ki, ümmet 73 fırkaya ayrılmış!!!
Herkes kendisini doğru zannediyor!!!
Fakat
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmi -kuddise sırruh- Hazretleri Mesnevî'nin beşinci cildinde akıllardaki vehimleri izale ediyor ve şöyle buyuruyorlar:
"Dağ gibi akıllar bile vehim denizine ve hayal girdabına gark olup batmıştır. Bu kötülük tufanı, dağları bile aşarken Nuh'un gemisine binenlerden başka kim aman bulur, kurtulur?
Yakîn yolunu kesen bu hayal yüzünden din ehli (müslümanlar), tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını hilâl (yeni ay) sanmaz. Fakat bir kimseye
Ömer'in nuru (ışığı) dayanak olmadıkça, yolunu kaşının eğri kılı keser. Yüz binlerce büyük ve dehşetli gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur." (Mesnevî, c. 5 s. 156 - 2655. beyit)

Herkes kaşındaki tüyü ay zannedecek, kendisini öyle görecek. Ama o öyle değil, kılı kırk yarar. İsim ile zikrediyor. Cenâb-ı Hakk'a şükürler olsun, ezelden seçmiş, Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri ismimi ve yolumu tarif ediyor. Ömer'in yolu öyle değil diyor. Mevlânâ Hazretleri ismimizi zikrediyor. Ümmet-i Muhammed'in yetmiş üç fırkaya ayrıldığını, yetmiş ikisinin dalâlette, ancak onun yolunun doğru olduğunu ifade ediyor.


Ayrıca
ÇOK BİLGİ VARDA OKUYAN AZ GÖREN AZ.
Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, husûsiyetle Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici hususiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ'" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hâtemü'l-evliyâ' batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz'î Muhammedî imamlığın Hâtem'i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s. 15)
• O'nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s. 48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s. 75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem'leri anımsatır. (s. 75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s. 16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s. 16, 18, 74)
• O'nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr'u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s. 73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s. 73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s. 16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk'a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s. 22)
• O, hiç bilmezken "Hatemiyyet" mertebesiyle kemâl bulur. (s. 71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s. 15-16)



DAHA FAZLA BİLGİ ELBETTE VAR.38 CİLTLİK ESERİNİ OKUYANLAR GERÇEKLERİ GÖRÜYOR.40-50 EVLİYA HATEMİ VELİYİ ESERLERİNDE BİLDİRİLMİŞ.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

Allah Razı Olsun kardeş…
Bu forumda bu sorunun cevabı kaçıncı kez tekrarlandı biz sayısını unuttuk !

 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
hırıstıyanların üçün biri dedik leri gibi sizde şeyhlerinizi üçün birine sayın
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hâtem-i Veli

Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı ümmetlerini kati delillerle Allah yoluna dâvet ettikleri gibi, Vâris-i enbiyâ olan ümmetin seçkinleri de halkı Hakk'a davet ederler. Onların tebliği daima kati delillere dayandırıldığından, onları yıkmak ve çürütmek imkânsızdır. Zanlarıyla karşı çıkanlar her zaman için zelil düşmüşlerdir.
Nübüvvetin üstünde hiçbir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük şeref tasavvur edilemez.
Onlar şu Âyet-i kerime'nin lütuf tecelliyatına mazhardırlar:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
Onlar Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıyanlar ve Allah-u Teâlâ'nın Kudsî ruh ile desteklediği kimselerdir. O öyle bir ruhtur ki sevdi, seçti, kendisine çekti. Başka kimsede bulunmayan bir nur, bir ruhtur.
Bu topluluk Allah-u Teâlâ'nın, kalplerine nuru akıtıp hakikati bildirdiği, Zât-i akdes'ini duyurduğu ve hakikati bildirmek için gönderdiği kullardır.
Bu ilâhî hüküm Asr-ı saâdet'ten kıyamete kadar geçerlidir ve müslümanlar için büyük bir müjdedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden bir tâife, kıyamet gününe kadar Hakk için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir." (Müslim)
Ümmet-i Muhammed'in yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bir fırkanın kurtulacağını beyan eden Hadis-i şerif mucibince, kurtulan o bir fırkanın içinde de Allah-u Teâlâ'nın vazifedar kıldığı kimseler vardır.
Yani o vazifedarlar o bir fırkadan çıkacak, başka fırkalardan çıkmayacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud)
Görülüyor ki bunlar doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş vazifedarlardır.
O'nun memur ettiği, vazife için ileriye sürdüğü kimseler bunlardır, Hakk'ı tebliğ eden ve halkı Hakk'a çağıran yine bunlardır.
Onların kalbinde yalnız Hazret-i Allah olduğu için Hazret-i Allah ile Hazret-i Allah'a götürürler.
Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, onunla o ifsadı kaldırır.
Hele dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa Deccâl'den daha beter olan sapıtıcı imamların türeyip, din-i İslâm'ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda, Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dinini kuvvetlendirmek, halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi gönderir.
Bu en büyük fitne zamanında ise; Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini ayakta tutmak için, kâfirlerin küfrünü ortaya koymak için, bu fesadı yok etmek için Hâtem-i veli'yi gönderir.
Hâtem-i enbiya olduğu gibi bir de Hâtem-i evliya vardır. Zira velâyet nübüvvetin bâtınıdır. Nübüvvetin zâhiri, dini hükümleri ve şeriatı haber vermek; bâtını ise, haber verilenleri bizzat yaşamak ve bu şekilde nefislere tasarrufta bulunmaktır. Her ne kadar tebliğ etme bakımından nübüvvetin zâhiri tamamlanmışsa da, ilâhî kemâlin yeryüzüne tecellisi olan velilerin tasarruf vazifeleri sürdüğü için nübüvvet, velâyet şeklinde de devam etmektedir.
Hâtem-i evliyâ, âhir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir.
Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem'ül-velâye'den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur.
İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ'nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü'n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur."
Dikkat edilirse "Ondan başka adaleti ayakta tutacak kimse bulunmaz." buyuruyor.
Bu söz sadece Türkiye'yi değil dünyayı kapsıyor. Bu nur, değil Türkiye'ye, bütün dünyaya yayılıyor.
Bu beyanı ile Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutmakla, her ikisini bitiştirmiş oluyor.
Çünkü Allah-u Teâlâ adâleti onunla ayakta tutacak. Daha doğrusu Allah-u Teâlâ onu öne sürmüş. Tek kelime ile o robot gibidir, tecelliyat-ı ilâhiye Allah-u Teâlâ'nındır. Onu O öne sürmüş ve onda tecelli etmiştir.
Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, dinin üstünlüğünü ve adaletini onunla ayakta bulundurmayı dilemiş.
Âl-i imran sûre-i şerif'inin 81. Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere; Allah-u Teâlâ bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e, Hâtem-i nebi olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber vermişti. İman edeceklerine ve ona sadâkat göstereceklerine dair onlardan söz almıştı. Binaenaleyh hepsi de onun geleceğini biliyorlardı.
Aynı bunun gibi; ikinci bir hâtem olan Hâtem-i veli'nin gönderileceğini veli kullarına bildirmiştir. Allah-u Teâlâ'nın sevdiği, seçtiği birçok veli kulları, Hâtem-i veli'nin âhir son zamanda gönderileceğini Allah-u Teâlâ kendilerine bildirdiği için biliyorlar ve bildiriyorlardı.
Böyle bir kimsenin geleceği halk için meçhul, fakat onlar için açıktı. Eserlerinde bu noktaya parmak basıp izahlı bir şekilde ayrı ayrı anlatıyorlardı.
Nitekim Hâtem-i veli'nin geleceği mevzusuna bin küsur sene önce yaşamış olan Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok eğilmiş, birçok vasıflarını olduğu gibi bir bir sıralamış, hatta sırf bu mevzuda "Hatm'ül-evliya" isminde bir kitap yazmıştır. İlk ifşaatta bulunan da odur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de alâmetleri ile beraber Hazret-i Mehdi'nin geleceğini bildirmiş, onun hakkında birçok Hadis-i şerif'ler beyan etmiştir.
Nitekim Nuaym bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdi'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi'nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar'ın çıkmasıdır." (Suyûtî, Kitabu'l-Arfi'l-Verdi fî Ahbâri'l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne de Hâtem-i veli'yi bildirmek emri ve vazifesi verilmiş.
O da nurunu ve ilhamını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimizin Hadis-i şerif'lerinden aldı. Allah-u Teâlâ dilediğini ona bildirdi ve gösterdi. O nur ışığı altında, Allah-u Teâlâ'nın ilhamı ile gördü, bildi ve yazdı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Mehdi hakkında birçok beyanlarda bulunduğu gibi, Hâtem-i veli hakkında da, sahtelerinin çıkmaması için, beyanlarda bulunmuş ve işaretler vermiştir.
Allah-u Teâlâ Hâtem-i veli'nin hakimiyet kesbedeceğini, galip geleceğini ve muvaffak olacağını Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne o zaman göstermiş. Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri böyle buyurdu ve gerçekten de dediği gibi oldu. Allah-u Teâlâ böyle murad etmiş, böyle tecelli etti, böyle oldu.

 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Allah Razı Olsun kardeş…
Bu forumda bu sorunun cevabı kaçıncı kez tekrarlandı biz sayısını unuttuk !
Öğrenemek için sormuyorlar sorun orada.

"Hakikat Aylık İslam Dergisi
Hazret-i Allah'ın izni ve lütfuyla
Ekim 1993 tarihinden beri yayınlanmaktadır.
Sitemizde ise 2000 yılı ve sonraki tarihli sayıların yayını mevcuttur."
http://www.hakikat.com/dergi/dereski.htm

Okumayan anlamaz.Gerçeklere kulak tıkayana,gözlerine kapayana ne söylesen boş.Okuyan ise zaten anlıyor.

"Hatemi veli " konusunu tamamen inkar edenler artık var ama O değil demeye başlamışlar.Çünkü artık inkar edemeyecekleri gerçeklerle karşı karşıyalar.

Artık yaptıkları şeyler şunlar.
1.Arapça bilmeyen cahiller,kendini alim sanan cahiller çarpıtmalar var dediler.Onlara cevap verildi.
2.Sayfa sayısı yanlış olmasını hata buldum diye sevinenler oldu.Oysa cahil arapça bilmiyor ki ,türkçe tercümesinin sayfa sayısana bakmış...
3.Evliyaların eserlerinden habersiz olanlar,şimdiye kadar eserlerini türkçeye çevirmeyenler ,Hatemi Veli Hz. sadece yanlış tercüme etti yalanı,iftirası için tercüme etmeye çalıştılar.Fakat bu yaptıklarıylada Hatemi Veli konusunu kabul ettiklerinden.Hatemi Veli kim ? Soruna cevap vermek zorunda kaldılar.Elbette bir cevapları yoktur.Ancak saçmalarlar.Çünkü bilmiyorlar ki ne anlatsınlar.

Onların amaçları yalanlarla,iftiralarla halkın gerçekleri görmemesini sağlamak.38 ciltlik eserin okunmamasını sağlamak.Çünkü okursalar halk iç yüzerini görecek.
Zekat paralarını yemeleri,faize bulaşmaları,yanlış fetvaları,cahillikleri,yalanlarını,iftiralarını....bunları görecekler.

Müslümanların hem imanlarını,hem paralarını çalıp,müslümanlar arasında bölücülük yapan bölücülerin iç yüzleri kuran ve sünnet ile ayet ve hadislerle açıklanmıştır.Ahir zaman alimlerinin halkı şaşırtan yanlış fetvalarında cevap verilmiştir.

Okumak anlamak için okumuyorlar.Bazıları sırf hata bulmak için okuyor sonrada rezil oluyorlar.Bare biraz sabredip konuyu anlayında cahilliğiniz meydana çıkmasın.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
“Hatmü’l-Evliyâ” Kitabı ve Hâtem-i Veli:

Allah-u Teâlâ’nın sevdiği, seçtiği birçok veli kulları, Hâtem-i veli’nin âhir son zamanda gönderileceğini Allah-u Teâlâ kendilerine bildirdiği için biliyorlardı.
Zira Allah-u Teâlâ:
“Sonra sizde olan o kitap ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek. Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız.” (Âl-i imrân: 81)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere Hâtem-i nebi olan Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğini bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’e haber verdiği gibi; ikinci bir hâtem olan Hâtem-i veli’nin gönderileceğini veli kullarına bildirmiştir. Bu zevât-ı kiram âhir son zamanda bir zâtın geleceğini biliyor ve bildiriyorlardı.
Böyle bir kimsenin geleceği halk için meçhul, fakat onlar için açıktı. Eserlerinde bu noktaya parmak basıp izahla bir şekilde ayrı ayrı anlatıyorlardı.
Nitekim Hâtem-i veli’nin geleceği mevzusuna bin küsur sene önce yaşamış olan Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok eğilmiş, birçok vasıflarını olduğu gibi bir bir sıralamış, hatta sırf bu mevzuda “Hatmü’l-evliyâ” kitabını yazmıştır. İlk ifşaatta bulunan da odur.
Ayrıca Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- ve Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- gibi zevât-ı kiram eserlerinde tarif ettikleri gibi, hususiyetle İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Mektûbat” adlı eserinin sekiz kadar mektubunda ayrı ayrı beyanlarla, bilinmeyen bu zâtı bildirmiştir.
Asırlardan beri üzerinde durulan “Hâtem-i veli” mevzusu bugün çözüme kavuşuyor. Zamanı olmadığı için çözümü de gelmemişti. Şimdiye kadar bu şekilde kimse üzerinde durmadı, çünkü zamanı değildi. Sadece sözü vardı, zamanı olmadığı gibi, hedefi de yoktu.
Şimdi ise zamanı geldiği için çözümü ve izahı yapılıyor.
Gün geldi, ay doğdu, nur meydana çıktı, nasibi olan gördü ve anladı. Amma asıl duyuran ve yayan Resulullah -sallalahu aleyhi ve sellem- Efendimiz oldu.
Hâtem-i veli, sekiz asır kadar önce yaşayan Şeyh’ül Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri’nin merakına mucip olmuş ve: “Acaba kim olabilir?” diye düşünmüş.
Bu arada hatîften gelen bir ses kendisine:
“Ey Muhyiddin! Bu iş senin zannettiğin gibi değildir. Bu ancak âhir zamanda gelecek bir veliye ikram edilecektir.” demiştir.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hatîfi sese muttali olduktan sonra aynen şu sözleri söylemiştir:
“Bütün basar ve basiretimi derhal âlem-i gayba çevirdim. Bu zâtın isim ve sıfatını, makamını ve nereli olduğunu anlamak istedimse de Cenâb-ı Hakk bu saydıklarımdan hiç birisine beni muttali kılmadı.” (Atiyye-i Sübhâniyye - “Risâle-i Gavsiyye şerhi”, s. 63-64, trc.: B. Uluçınar)
Muhyiddin İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem-i veli’ye verilecek olan makamın, kendisine ve kendisinden önce gelmiş hiçbir veliye verilmediğini beyan ederek;
“Allah-u Teâlâ bu Hâtem-i velâyet’i ne bize, ne bizden evvelkilere nasip etmeyip, bu makamı bizden saklamıştır.” buyurmuşlardır.
Onu muttali kılmadığı gibi diğer velileri de kılmamış.
Buradan anlaşılıyor ki geleceği mâlumdu, fakat her şeyden kemâliyle haberdar olan Zât-ı kibriyâ’dır.
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” (Fâtır: 14)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e haber vermiş, o da beşeriyete duyurmuştur.

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ


Hâtem-i Veli

Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı ümmetlerini kati delillerle Allah yoluna dâvet ettikleri gibi, Vâris-i enbiyâ olan ümmetin seçkinleri de halkı Hakk'a davet ederler. Onların tebliği daima kati delillere dayandırıldığından, onları yıkmak ve çürütmek imkânsızdır. Zanlarıyla karşı çıkanlar her zaman için zelil düşmüşlerdir.
Nübüvvetin üstünde hiçbir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük şeref tasavvur edilemez.
Onlar şu Âyet-i kerime'nin lütuf tecelliyatına mazhardırlar:
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
Onlar Resulullah Aleyhisselâm'ın nurunu taşıyanlar ve Allah-u Teâlâ'nın Kudsî ruh ile desteklediği kimselerdir. O öyle bir ruhtur ki sevdi, seçti, kendisine çekti. Başka kimsede bulunmayan bir nur, bir ruhtur.
Bu topluluk Allah-u Teâlâ'nın, kalplerine nuru akıtıp hakikati bildirdiği, Zât-i akdes'ini duyurduğu ve hakikati bildirmek için gönderdiği kullardır.
Bu ilâhî hüküm Asr-ı saâdet'ten kıyamete kadar geçerlidir ve müslümanlar için büyük bir müjdedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden bir tâife, kıyamet gününe kadar Hakk için muzaffer bir şekilde mücadeleye devam edecektir." (Müslim)
Ümmet-i Muhammed'in yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bir fırkanın kurtulacağını beyan eden Hadis-i şerif mucibince, kurtulan o bir fırkanın içinde de Allah-u Teâlâ'nın vazifedar kıldığı kimseler vardır.
Yani o vazifedarlar o bir fırkadan çıkacak, başka fırkalardan çıkmayacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir." (Ebu Dâvud)
Görülüyor ki bunlar doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ tarafından gönderilmiş vazifedarlardır.
O'nun memur ettiği, vazife için ileriye sürdüğü kimseler bunlardır, Hakk'ı tebliğ eden ve halkı Hakk'a çağıran yine bunlardır.
Onların kalbinde yalnız Hazret-i Allah olduğu için Hazret-i Allah ile Hazret-i Allah'a götürürler.
Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, onunla o ifsadı kaldırır.
Hele dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa Deccâl'den daha beter olan sapıtıcı imamların türeyip, din-i İslâm'ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda, Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dinini kuvvetlendirmek, halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi gönderir.
Bu en büyük fitne zamanında ise; Allah-u Teâlâ'nın hükümlerini ayakta tutmak için, kâfirlerin küfrünü ortaya koymak için, bu fesadı yok etmek için Hâtem-i veli'yi gönderir.
Hâtem-i enbiya olduğu gibi bir de Hâtem-i evliya vardır. Zira velâyet nübüvvetin bâtınıdır. Nübüvvetin zâhiri, dini hükümleri ve şeriatı haber vermek; bâtını ise, haber verilenleri bizzat yaşamak ve bu şekilde nefislere tasarrufta bulunmaktır. Her ne kadar tebliğ etme bakımından nübüvvetin zâhiri tamamlanmışsa da, ilâhî kemâlin yeryüzüne tecellisi olan velilerin tasarruf vazifeleri sürdüğü için nübüvvet, velâyet şeklinde de devam etmektedir.
Hâtem-i evliyâ, âhir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir.
Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem'ül-velâye'den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur.
İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ'nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü'n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur."
Dikkat edilirse "Ondan başka adaleti ayakta tutacak kimse bulunmaz." buyuruyor.
Bu söz sadece Türkiye'yi değil dünyayı kapsıyor. Bu nur, değil Türkiye'ye, bütün dünyaya yayılıyor.
Bu beyanı ile Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutmakla, her ikisini bitiştirmiş oluyor.
Çünkü Allah-u Teâlâ adâleti onunla ayakta tutacak. Daha doğrusu Allah-u Teâlâ onu öne sürmüş. Tek kelime ile o robot gibidir, tecelliyat-ı ilâhiye Allah-u Teâlâ'nındır. Onu O öne sürmüş ve onda tecelli etmiştir.
Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, dinin üstünlüğünü ve adaletini onunla ayakta bulundurmayı dilemiş.
Âl-i imran sûre-i şerif'inin 81. Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere; Allah-u Teâlâ bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e, Hâtem-i nebi olan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğini haber vermişti. İman edeceklerine ve ona sadâkat göstereceklerine dair onlardan söz almıştı. Binaenaleyh hepsi de onun geleceğini biliyorlardı.
Aynı bunun gibi; ikinci bir hâtem olan Hâtem-i veli'nin gönderileceğini veli kullarına bildirmiştir. Allah-u Teâlâ'nın sevdiği, seçtiği birçok veli kulları, Hâtem-i veli'nin âhir son zamanda gönderileceğini Allah-u Teâlâ kendilerine bildirdiği için biliyorlar ve bildiriyorlardı.
Böyle bir kimsenin geleceği halk için meçhul, fakat onlar için açıktı. Eserlerinde bu noktaya parmak basıp izahlı bir şekilde ayrı ayrı anlatıyorlardı.
Nitekim Hâtem-i veli'nin geleceği mevzusuna bin küsur sene önce yaşamış olan Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok eğilmiş, birçok vasıflarını olduğu gibi bir bir sıralamış, hatta sırf bu mevzuda "Hatm'ül-evliya" isminde bir kitap yazmıştır. İlk ifşaatta bulunan da odur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de alâmetleri ile beraber Hazret-i Mehdi'nin geleceğini bildirmiş, onun hakkında birçok Hadis-i şerif'ler beyan etmiştir.
Nitekim Nuaym bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdi'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi'nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar'ın çıkmasıdır." (Suyûtî, Kitabu'l-Arfi'l-Verdi fî Ahbâri'l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne de Hâtem-i veli'yi bildirmek emri ve vazifesi verilmiş.
O da nurunu ve ilhamını Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimizin Hadis-i şerif'lerinden aldı. Allah-u Teâlâ dilediğini ona bildirdi ve gösterdi. O nur ışığı altında, Allah-u Teâlâ'nın ilhamı ile gördü, bildi ve yazdı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Mehdi hakkında birçok beyanlarda bulunduğu gibi, Hâtem-i veli hakkında da, sahtelerinin çıkmaması için, beyanlarda bulunmuş ve işaretler vermiştir.
Allah-u Teâlâ Hâtem-i veli'nin hakimiyet kesbedeceğini, galip geleceğini ve muvaffak olacağını Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne o zaman göstermiş. Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri böyle buyurdu ve gerçekten de dediği gibi oldu. Allah-u Teâlâ böyle murad etmiş, böyle tecelli etti, böyle oldu.

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
HÂTEMÜ’L-EVLİYÂ’YI ve BAYRAKLILAR ASHÂBI’NI
MÜJDELEYEN
MUCİZE HADİS-İ ŞERİF


Bu “Hâtem” meselesi gizlidir. Bu iki devir arasında bir çok zevât-ı kiram geldi geçti, fakat bu vazife Hâtem-i veli’ye nasip oldu.
Hazret-i Mehdi’nin faziletini herkes biliyor, fakat Hâtem-i veli’yi kimse bilmez. İnsan hafsalası almaz, ilmi de yetmez.
Yalnız bu hususta gerek Hadis-i şerif’lerle, gerek geçmişte yaşamış Evliyâullah’tan bazı zevât-ı kiram’ın beyanlarını arzetmekle müslümanları tenvir etmiş ve hakikatı duyurmuş olacağız.
Çünkü âhir zamanda geleceği haber verilen Hâtem-i veli ve Bayraklılar ashâbı hakkında bazı Hadis-i şerif’ler ve şu ana göre kırk kadar evliyâullahın ifşaatları elimizde mevcuttur.

“Bayraklılar Ashâbı” ve
Başlarındaki Zâtın Vasıfları:



Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar’ın çıkmasıdır.” (Suyûtî, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fî Ahbâri’l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)
Aslında görebilen için bu Hadis-i şerif’te her şey çok âyân bir şekilde belli edilmişti. Mühim olan, geleceği haber verilen bu zâtı bu Hadis-i şerif’te görebilmekti. Fakat bu herkese müyesser olmadı. Çünkü her bilginin özü Hadis-i şerif’lerde gizlidir.
Şu kadar var ki, Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri de “Şifâu’l-Alîl” adlı eserinde şöyle buyurmuştu:
“O’nun, velilerden sırf kendi hizmetinde bulunmaları için kendilerini seçip temizlediği, Allah-u Teâlâ’ya dâvet eden, yarın mahşerde velilerin saflarının öncülüğü ile kendisini senâya da ehil kılacağı bir ‘Bayraklılar ashâbı’ vardır ki; onlar peygamberlerin yolu üzere kendilerini seçtiği ‘Hassü’l-Has’; yâni ‘Seçkinlerin de seçkini’dir.” (5b yaprağı)
Hâtem-i veli tanınmadığı için, gerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve gerekse diğer Evliyâullah Hazerâtı işaret ediyorlar ve “Budur!” diyorlar. Yoksa Hazret-i Mehdi’yi herkes tanıyor, onu herkes duydu. Halk Hâtem-i veli’yi bilmediği için “Budur!” diye parmak basıyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu şahıs hakkında böyle buyurmuş ve beş işaret vermiştir.
Bu beş işaret:
1. Batıda doğması.
2. Kinde kabilesi’nden olması.
3. Ayağının sakat olması.
4. Bayraklılar’ın başına geçmesi.
5. Hazret-i Mehdi’nin doğduğunun alâmeti olması.
1. Batıda doğması.
Doğuş yerim Yugoslavya’nın Yenipazar şehridir.
2. Kinde kabilesi’nden olması.
Dedemiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in neslinden olan Şeyh Ahmed Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri, Medine-i münevvere’nin şeyhi idi. Bir sebeble geçici olarak Yugoslavya’nın Yenipazar şehrine geldiğinde orada vefat etmiş, daha sonra torunları Medine-i münevvere’ye değil de Türkiye’ye gelmişlerdir. 1936 yılından beri Türkiye’de bulunmaktayız.
Muhyiddîn İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye”nin 18. Bâb’ında yer alan bir ifşaatında, bu Hâtem-i velâyet’in Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Buyururlar ki:
“Velâyet-i Muhammedî’nin Hâtem’i bu Arap soyundan bir kişidedir ki, o bu milletin en asillerinden bir zâttır.” (s. 214)
3. Ayağının sakat olması.
Gerçekten deResulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in buyurduğu şekilde sağ ayağım sakattır.
4. Bayraklılar’ın başına geçmesi.
İkinci bin yılın fazileti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu Hadis-i şerif’i ile tarif ettiği Bayraklılar’ın çıkması ile başlıyor.
Bayraklılar’ın başına geçmesinden murad; Allah-u Teâlâ bu fakiri ilk olarak iman kurtarma cihadına koymuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mucize Hadis-i şerif’i ile Bayraklılar’ın başına geçecek olan zâtın, Mehdi Hazretleri ile münasebeti olduğunu haber vermişler; onun çıkış alâmeti olduğu gibi, ilk iman kurtarma cihadını başlatacağını da ifşâ etmişlerdir. Bu cihad-ı ekber’i yapanlara “Bayraklılar” ismini bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz vermişlerdir.
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Sizin hazinenizin yanında, hepsi de bir halifenin oğulları olan üç kişi öldürülür ve bu hazine hiçbirisine nasip olmaz.
Sonra Doğu tarafından siyah Bayraklılar çıkarak hiçbir kavmin yapmadığı bir şekilde savaş yaparlar ve ardından Allah’ın halifesi Mehdi gelir.
Siz onun ismini işittiğinizde kar üzerinde sürünerek de olsa ona geliniz ve ona biat ediniz. Çünkü o, Allah’ın halifesi Mehdi’dir.” (Hâkim)
Dikkat edilirse burada: “Benim Bayraklılar’ım” buyuruyor ve onları Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı ile birleştiriyor. Bu cihad-ı ekber’i yapanlara “Bayraklılar” ismini bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz verdiği gibi, kimsenin o cihadı yapamadığını ve yapamayacağını işaret buyuruyorlar.
Bu Bayraklılar Nûr-î Muhammedî’nin yayılmasına ve insanları Allah ve Resul’ünde birleştirmeye gayret ediyorlar. Bütün gaye ve gayret iman kurtarmaktır.
Bu şerefle müşerref eyleyen Sahibim’e sonsuz şükürler olsun!

 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Senin bayrak nerede ne renk biz hiç görnedik, adam kendi başına takılıp gitti İslam ümmetinin kurtarıcısı, peygamberlerin bile nübüvvetinin kaynağı oldu.
Şu hal bu zatı muhteremin düzelttiği İslam dünyasının hali mi?
Öyleyse çok güzel düzeltmiş güllük gülistanlık her yer.
Nerede İslam nerede sancak gösterir misiniz, nerede bu velinin kurtardığı bölge.
Klavye arkasından korkakça onu bunu küfürle itham eden sizler mi İslam'ın temsilcileri, bayraktarlarısınız.
Yüreğiniz yetiyor ise, ilminize aklınıza güveniyorsanız çıkın insanların karşılarına konuşun.
Böyle kafesinden öten muhabbet kuşu gibi ötmek çok kolay.
Oturduğu yerden İslam kurtarıyor beyfendiler.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Senin bayrak nerede ne renk biz hiç görnedik, adam kendi başına takılıp gitti İslam ümmetinin kurtarıcısı, peygamberlerin bile nübüvvetinin kaynağı oldu.
Şu hal bu zatı muhteremin düzelttiği İslam dünyasının hali mi?
Öyleyse çok güzel düzeltmiş güllük gülistanlık her yer.
Nerede İslam nerede sancak gösterir misiniz, nerede bu velinin kurtardığı bölge.
Klavye arkasından korkakça onu bunu küfürle itham eden sizler mi İslam'ın temsilcileri, bayraktarlarısınız.
Yüreğiniz yetiyor ise, ilminize aklınıza güveniyorsanız çıkın insanların karşılarına konuşun.
Böyle kafesinden öten muhabbet kuşu gibi ötmek çok kolay.
Oturduğu yerden İslam kurtarıyor beyfendiler.
Allahın izniyle nur heryere yayıldı.İsteyen küfründe ısrar etsin ama duymadık diyemeyecekler.Yaşarken onu göremeyen kör gözler şimdide göremez.Ama gözleri kör olmayanlar vefat ettikden sonra bile bu nuru görür.


"Bu cihadı yapanları Resulullah Aleyhisselâm "Siyah Bayraklılar" olarak vasıflandırmıştır. Siyah bayrak Resulullah Aleyhisselâm'ın cihad bayrağıdır.

Nûr-i ilâhî'yi saçmak için, zulümâtı dağıtmak için, Hakk ile bâtılın arasını ayırmak için, Allah'lık dâvâsında bulunan putları kırmak için, Hazret-i Allah bu vazifeyi bu "Bayraklılar"a vermiştir.

Bunlar hiçbir menfaat beklemeden, kitaplardan hiçbir kuruş almadan fîsebîlillâh çalışıyorlar. Bu nûr, bu ilim sadece Türkiye'ye değil, dünyaya yayılıyor. Bu kitaplar, bu nûr Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa ve diğer birçok devletlere, tâ Avustralya'ya kadar yayıldı. Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın kudreti ile oluyor. Bunu O'ndan başka kim yayabilir? Bunları hiçbir tahsili olmayan bir beşerin Hazret-i Allah'ın lütuf desteği olmadan yapması mümkün müdür?

Son asırda yaşamış olan velîlerden Bedîüzzaman Hazretleri "Emirdağ Lâhîkası" isimli eserinde Mehdi Aleyhisselâm'ın vazîfesinden bahsederken, Mehdî Aleyhisselâm'dan evvel gelecek bu zâttan haber vermiş; bu ilmin, bu kitapların Mehdî Aleyhisselâm'a hazır bir program olarak hazırlandığına işâret ederek şöyle buyurmuştur:

"Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyûn ve tâbiiyyûn tâunu beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyûn fikrini tam susturacak bir tarzda imânı kurtarmaktır.
Ehl-i imânı dalâletten muhâfaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktizâ ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade etmez. Çünki hilâfet-i Muhammediyye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir tâife bir cihette görecek. O zât, o tâifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.

Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar." ("Emirdağ Lâhikası", s. 259)
Bir düşün! Allah için ne yaptın? Beşeriyeti tenvir için ne gibi faaliyetlerde bulundun, ne gibi bir hizmette bulundun, ne gibi eserlerin var?
Yıkılmış damın köşesinde mi kaldın?..
"Bizi küfürle itham ediyor!" demek istiyorsun. Biz ancak Allah-u Teâlâ'nın beyanlarını önünüze koyuyoruz. Kur'an-ı kerim'de müslümanların birleşmelerini emreden; tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.

Ezcümle;
Hucurât sûre-i şerif'i: 10. Âyet-i kerime,
Mâide sûre-i şerif'i: 2. Âyet-i kerime,
Âl-i imrân sûre-i şerif'i: 103.ve 105. Âyet-i kerime'leri,
Rûm sûre-i şerif'i: 32. Âyet-i kerime,
Enfâl sûre-i şerif'i: 46. Âyet-i kerime,
Yunus sûre-i şerif'i: 19. Âyet-i kerime,
En'âm sûre-i şerif'i: 153. ve 159. Âyet-i kerime'leri,
Şûrâ sûre-i şerif'i: 13. 14. ve 15. Âyet-i kerime'leri,
Zuhruf sûre-i şerif'i: 65. Âyet-i kerime,
Enbiyâ sûre-i şerif'i: 92. 93. ve 94. Âyet-i kerime'leri,
Müminûn sûre-i şerif'i: 52-56. Âyet-i kerime'leri, dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezâsının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu Âyet-i kerime'ler bölücülere hitap ediyor.
Bu hükümler Allah-u Teâlâ'nın sizin hakkınızda verdiği hükümdür, bunu beşere atfetmeyin. İlâhî hükümleri hiçe mi sayıyorsunuz? Bu Âyet-i kerime'leri görmüyor musunuz? Yoksa görmek işinize gelmiyor da mı bu zâta isnad ediyorsunuz?
Bu Âyet-i kerime'ler Allah-u Teâlâ'nın kelâmı mı, yoksa bu zâtın beyanı mıdır?
El-cevap; Allah kelâmıdır! Şu halde niçin bu zâta isnad ediyorsunuz? Allah-u Teâlâ'nın bölücüler hakkında verdiği küfür hükmünü niye bu zâta atfediyorsunuz?
Meğer size söylenenler Hakk sözü imiş, halk sözü değilmiş!.. "

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor: "Onların alimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı, yine onlara dönecektir." (Beyhaki) Bunlardan birkaçı: | Yaşar Nuri Öztürk | Edip Yüksel | | İskender Evrenesoğlu | Nazmi Sakallıoğlu | | Refet Kayserilioğlu |

[URL="http://www.hakikat.com/anab3.html"] Dinleri Süleymancılık, İmanları Para, Has Huyları Gasp, Meslekleri de Dilencilik Olan Süleymancıların İçyüzü


Küfrü Hoş Gören Narcıların İçyüzü



[/URL]
Refah Dinine Mensup Mahmud Efendinin Mollalarına Cevaptır


Dinine ve Vatanına İhanet Eden Nankör Bölücü Sahte Halife Sahte Kahraman Cemalettin Kaplan ve Oğlu'nun İçyüzü

SAPTIRICI ÖNDERLER VE ONLARA TÂBİ OLANLARIN MAHŞERDEKİ DURUMLARI
(İnsan Dünya ve Ahiret, Sayfa: 283)

SAPTIRICI ÖNDERLER VE ONLARA TÂBİ OLANLARIN CEHENNEMDEKİ DURUMLARI
(İnsan Dünya ve Ahiret, Sayfa: 431)

KURAN VE SÜNNET DIŞINA ÇIKAN HER BÖLÜCÜNÜN İÇ YÜZÜ YİNE KURAN VE SÜNNET İLE AÇIKLANMIŞTIR.BİRÇOK İMAN KURTARILMIŞ DİĞERLERİ KÜFÜRLERİNDE İNAT EDEREK HELAK OLMUŞLARDIR.


 
Üst