HAKÎM et-TİRMİZÎ -Kuddise Sırruh- HAZRETLERİ’NİN
“HATMÜ’L-EVLİY” KİTABI’NI YAZDIĞI DOKUZUNCU ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELEN VELİLERİN,
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI
“HATMÜ’L-EVLİY” KİTABI’NI YAZDIĞI DOKUZUNCU ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELEN VELİLERİN,
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinde:
“Öyle ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.” (et-Terğîb, c.1, s.103)
Buyurarak tarif ettiği gizlenmiş mücevher ilimlerinden size açılıyor. Zira ilimlerin hepsi bir değildir, ayrı ayrıdır. Zâhirî ilimler birçok dallara ayrılır, Marifetullah ilmi’nin de birçok çeşitleri vardır.
Evliyâullah’ın dereceleri de bir değildir.
Erzurum’lu İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri “Dördüncü”, “Beşinci” ve “Altıncı” makamlardan bahsetmiş ve fakat “Yedinci” makamdan hiç bahsetmemiştir.
Bu “Yedinci makam”dan murad, Allah-u Teâlâ dilediğine dilediğini lütfetmiştir. O makamda bâtınî saltanat vardır.
Bu ilim doğrudan doğruya nübüvvet kandilinden alınan bir ilimdir. Evliyâullah’ın ilmi ve marifeti dahi buraya yetmez.
Nitekim yetmeyeceğini İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “317. Mektub”unda ifade etmiş ve:
“Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi o kabuğun özüdür.” buyurmuştur.
Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cenâb-ı Hakk benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” (Risâle-i Es’adiyye)
Bu yol has bir yoldur, “Sıddıkiyyet” yoludur ve nihayet “Hâtem’lik” yoludur. Bu hâtemlik “Hâtemü’l-enbiyâ” ile “Hâtemü’l-evliyâ”ya verilmiştir.
Her bir velinin ayrı ifşaatı mevcuttur. Birine verdiğini diğerine vermemiş, birine gösterdiğini diğerine göstermemiş. İki beyan birbirinden farklı. Her birisi bir noktaya temas etmiş.
Onu Levh-i mahfuz’da görmüş, Ümmü’l-kitab’ı okumuş, tâ asırlar sonra geleceğini bilmiş ve yazmış. Onlar Levh-i mahfuz’da gördü, sen yazıda göreceksin.
•
“Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahi edemediğimiz bir kulun; dünya diyârındaki meşguliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!
O’nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?
Buyurdu ki: Allah’ın kendisinde gizlendiği bu kul; O’nun idare ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velidir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nur’u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü’l-elbâb’ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak hususunda da kendisine istimdat eder. O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap’ta ve haberde mevcuttur.” (“Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs”, Es’ad Efendi, no: 1312, 10b-11a yaprağı)
Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz.
Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah’ın hücceti olmaya muvaffak olur. İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü’n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.” (Muhyiddin-i İbn’ül Arabî, Hatmü’l-velâye, 18. bab, 168 sayfa)
“... Dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, buna hâtem’ül-velâye de denmiştir. Bu, kıyamet gününe kadar Allah’ın, diğer velilere hücceti olur. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in nübüvvet sıdkı bulunduğu gibi, bunun velâyet sıdkı vardır. Ona şeytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten alıp zevkine düşüremez.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Onun makâmı Melik’in mülkünde, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in makâmına en yakın makâmdır. Onun payı ise ferdiyyet yani tekliktir.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Bu veli zikirde evvel, meşiyette evvel, makadirde evvel, Levh-i mahfuzda evvel, misakta evvel, mahşerde evvel, hesapta evvel, şefaatta evvel, civarda evvel, cennete girmede evvel, ziyarette evveldir. Nasıl ki Muhammed Aleyhisselâm her yerde peygamberlerin evveli ise, bu da velilerin evvelidir.” (Hatmü’l-evliyâ)
• .../...