Âhir Zaman'da Ümmetin En Faziletli Üç Öncüsü

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
HAKÎM et-TİRMİZÎ -Kuddise Sırruh- HAZRETLERİ’NİN
“HATMÜ’L-EVLİY” KİTABI’NI YAZDIĞI DOKUZUNCU ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELEN VELİLERİN,
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI


Evliyâullah’ın ifşaatlarını incelediğiniz zaman gerçeği öğrenmiş olursunuz.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinde:
“Öyle ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.” (et-Terğîb, c.1, s.103)
Buyurarak tarif ettiği gizlenmiş mücevher ilimlerinden size açılıyor. Zira ilimlerin hepsi bir değildir, ayrı ayrıdır. Zâhirî ilimler birçok dallara ayrılır, Marifetullah ilmi’nin de birçok çeşitleri vardır.
Evliyâullah’ın dereceleri de bir değildir.
Erzurum’lu İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri “Dördüncü”, “Beşinci” ve “Altıncı” makamlardan bahsetmiş ve fakat “Yedinci” makamdan hiç bahsetmemiştir.
Bu “Yedinci makam”dan murad, Allah-u Teâlâ dilediğine dilediğini lütfetmiştir. O makamda bâtınî saltanat vardır.
Bu ilim doğrudan doğruya nübüvvet kandilinden alınan bir ilimdir. Evliyâullah’ın ilmi ve marifeti dahi buraya yetmez.
Nitekim yetmeyeceğini İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “317. Mektub”unda ifade etmiş ve:
“Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi o kabuğun özüdür.” buyurmuştur.
Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cenâb-ı Hakk benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” (Risâle-i Es’adiyye)
Bu yol has bir yoldur, “Sıddıkiyyet” yoludur ve nihayet “Hâtem’lik” yoludur. Bu hâtemlik “Hâtemü’l-enbiyâ” ile “Hâtemü’l-evliyâ”ya verilmiştir.
Her bir velinin ayrı ifşaatı mevcuttur. Birine verdiğini diğerine vermemiş, birine gösterdiğini diğerine göstermemiş. İki beyan birbirinden farklı. Her birisi bir noktaya temas etmiş.
Onu Levh-i mahfuz’da görmüş, Ümmü’l-kitab’ı okumuş, tâ asırlar sonra geleceğini bilmiş ve yazmış. Onlar Levh-i mahfuz’da gördü, sen yazıda göreceksin.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, “Kitâbu’r-Riyâze” isimli eserinde; Allah-u Teâlâ’nın bu kulunu nasıl bir himaye ile koruduğunu, ondaki şehvânî hareketleri nasıl yokettiğini ve onda zuhur eden bu aklın “Ulü’l-elbab”dan başka bir şey olmadığını çok açık bir biçimde beyân ederek şöyle buyurmuştur:
“Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahi edemediğimiz bir kulun; dünya diyârındaki meşguliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!
O’nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?
Buyurdu ki: Allah’ın kendisinde gizlendiği bu kul; O’nun idare ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velidir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nur’u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü’l-elbâb’ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak hususunda da kendisine istimdat eder. O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap’ta ve haberde mevcuttur.” (“Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs”, Es’ad Efendi, no: 1312, 10b-11a yaprağı)
Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz.
Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah’ın hücceti olmaya muvaffak olur. İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü’n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.” (Muhyiddin-i İbn’ül Arabî, Hatmü’l-velâye, 18. bab, 168 sayfa)
“... Dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, buna hâtem’ül-velâye de denmiştir. Bu, kıyamet gününe kadar Allah’ın, diğer velilere hücceti olur. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in nübüvvet sıdkı bulunduğu gibi, bunun velâyet sıdkı vardır. Ona şeytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten alıp zevkine düşüremez.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Onun makâmı Melik’in mülkünde, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in makâmına en yakın makâmdır. Onun payı ise ferdiyyet yani tekliktir.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Bu veli zikirde evvel, meşiyette evvel, makadirde evvel, Levh-i mahfuzda evvel, misakta evvel, mahşerde evvel, hesapta evvel, şefaatta evvel, civarda evvel, cennete girmede evvel, ziyarette evveldir. Nasıl ki Muhammed Aleyhisselâm her yerde peygamberlerin evveli ise, bu da velilerin evvelidir.” (Hatmü’l-evliyâ)
.../...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Öngüt hakkında cidden bir ifşaat bulduk:

Ramuz El Ehadis, 91/11. Allah Zülcelal Hazretleri ilmi kullarından soyup almaz. Ancak alimsiz kalanlar, cahil kimseleri önder edinirler, onlar da ilimsiz fetvalar verirler. Ve hem kendilerini, hem de başkalarını saptırırlar. (Hz. Aişe radiyallahu anh.)

Umulur ki işinizdeki saçmalığı, yönteminizdeki akıl dışılığı kavrarsınız. :)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Kara-Kapkara-Zifiri Kara Cahil kimseler onlardır ki, peşlerinde oldukları kimseler kefenlere ayet veya ism-i şerif yazarak, Müslümanları "bu sizi kabirde korur!" yaftasını yumurtlayarak aldatmaya, çuvala koymaya ve yolmaya çalışırlar !
Başpiskopos ! Şimdi git doğru aynaya bak ! Kimi görüyorsun ?
 

yerel mümin

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ocak 2015
Mesajlar
44
Tepkime puanı
1
Puanları
0
eskiden peygamberimiz vardı islam bozulmazdı yenilmezdi zaten sözleri şöyle olmuştu 30 tane yalancı çıkmadıkça dünya yıkılmaz 30 cu deccaldir

ben gidersem bundan sonra siz kendinizi muhafaza edin müşriklerden her biriniz kendinizden sorumlusunuz diyordu

bugün baktığımızda tek dünya gerçekleşmiştir deccal durmadan ortadoğuyu karıştırıp kripto teşkilatıyla askerleriyle milleti birbirine kırdırıyor biraz millette akıl olsaydı hz muhammedin sözlerini anımsayıp kendilerini kriptolardan korurdu ama nerde akıllar al birini vur ötekiisine

güney doğuyu bakalım şimdi hemen her kesimde pkk ya kaçıp örgüte katılıyor ey akılsız kürd bi bakın bunlara bunlar sizi düşünseydi askerlere kırdırmazdı sizi pkk başları tc başları bunlar hepsi siyonizimdir hepsi türk kürt kılığına girmiş yahudilerdir
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
eskiden peygamberimiz vardı islam bozulmazdı yenilmezdi zaten sözleri şöyle olmuştu 30 tane yalancı çıkmadıkça dünya yıkılmaz 30 cu deccaldir
ben gidersem bundan sonra siz kendinizi muhafaza edin müşriklerden her biriniz kendinizden sorumlusunuz diyordu

bugün baktığımızda tek dünya gerçekleşmiştir deccal durmadan ortadoğuyu karıştırıp kripto teşkilatıyla askerleriyle milleti birbirine kırdırıyor biraz millette akıl olsaydı hz muhammedin sözlerini anımsayıp kendilerini kriptolardan korurdu ama nerde akıllar al birini vur ötekiisine

güney doğuyu bakalım şimdi hemen her kesimde pkk ya kaçıp örgüte katılıyor ey akılsız kürd bi bakın bunlara bunlar sizi düşünseydi askerlere kırdırmazdı sizi pkk başları tc başları bunlar hepsi siyonizimdir hepsi türk kürt kılığına girmiş yahudilerdir

Ahbab! Sen iyi misin ? Bu yazınızın bu konuyla bir ilgisi yok !
Yazı asacağın bölümlerin başlıklarını okumayı dene !!!
 

yerel mümin

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ocak 2015
Mesajlar
44
Tepkime puanı
1
Puanları
0
yazım oldukça konuyla ilgilidir zaten yazmışsın hangi ümmet iyi olduğunu öncü olduğunu en iyileri hz muhammet zamanındaydı şimdikiler köleleşmiş

siyonizim onları felç etmiş açlıktan beyinleri gelişmemiş islamın görüyoruz filistini görüyoruz güneydoğuyu görüyoruz türkiyeyi
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
yazım oldukça konuyla ilgilidir zaten yazmışsın hangi ümmet iyi olduğunu öncü olduğunu en iyileri hz muhammet zamanındaydı şimdikiler köleleşmiş
siyonizim onları felç etmiş açlıktan beyinleri gelişmemiş islamın görüyoruz filistini görüyoruz güneydoğuyu görüyoruz türkiyeyi

Ümmet içinde şimdikilerden de hayırlılar vardır beyim…Yalnız bunları çok iyi bilmek ve belirlemek gerekiyor! Bak , Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bugünlere dikkat çekmek ve işaret etmek için ne buyurmuşlar :
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez." (Tirmizî)
Görüyorsunuz ki o zamanla bu zaman bitişmiş oluyor.
Evvelkilerden murad "Asr-ı saâdet"tir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen ve "Hâtem-i velî" ile başlayan iman kurtarma ve cihad devresidir.
Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Hangisi daha hayırlıdır bilinmez." buyuruyor.
Bu mucize beyanı ile başta gelenlerle sonda gelenleri birbirine bitiştirmekle, "Ashâb" ile "İhvan"ı bir zincirin baklaları hâline getirmektedir. Hepsi de aynı yolun yolcularıdır, hiç fark yok. Onlar göre göre inandılar. Bunlar görmeyerek aynı imana sahip oluyorlar.
Onlar öyle bir hâle gelecekler ki Allah-u Teâlâ'nın emir ve yasaklarına uyacaklar, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniye'sine sarılacaklar ve aynı noktada Ashâb-ı kiram ile birleşecekler. O önde o arkada, amma burada birleşecekler. Bu öyle bir lütuftur ki, tarifi mümkün değil. İnsan bu lütfun değerini bilse sürünerek çalışır. Resulullah Aleyhisselâm'dan bin dört yüz sene sonra da zuhura geldiği için, Ashâb-ı kiram'ın vazifesini yaptıkları için, aynı onun hayatını yaşayacaklar, bir noktada birleşecekler. Allah-u Teâlâ bütün halkı kaldırdı, bu iki noktada topladı.
Yani bunun meziyetini tarif etmek mümkün değil. Bize ihlâsla ubûdiyet, sadâkatle çalışma düşer. Bize düşen budur, ötesi O'na âittir.
İslâm'ın ilk devirlerinde de İslâm garipti, bu zamanda da İslâm garip duruma düşmüştür.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.
Ne mutlu gariplere!" (Müslim)
"Garipler kimdir?" diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:
"Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler, öldürülmüş olan sünnetimi de ihyâ ederler." (Tirmizî)
Bunun da sebebi Allah-u Teâlâ'nın bunlara Asr-ı saâdet hayatının benzerini yaşatması, din-i İslâm'ı bütün hükümleri ile ayakta tutmak için her türlü mücadele ve mücahedeyi yapmalarıdır.
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Garipler sayıları pek az olan sâlih kişilerdir. Bu kişiler sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur." (Ahmed bin Hanbel)
Bunun da sebebi Allah-u Teâlâ'nın bunlara Asr-ı saâdet hayatının benzerini yaşatması, din-i İslâm'ı bütün hükümleri ile ayakta tutmak için her türlü mücadele ve mücahedeyi yapmalarıdır.
Bu Hadis-i şerif'e bunlar da mazhar olduğu için aynı yolda birleşiyorlar. Bunlar o gariplerdir. O devir de garipti, bu devir de gariptir. "Ashâb" ile "İhvan" birleştiği gibi, mücadele hususunda da aynı noktada birleşiyorlar. Bu gariplik ânında nuru yaydıklarından ötürü bu fazilet veriliyor. Bu Hadis-i şerif bilhassa onlara işaret ediyor, ikinci bin seneden sonra bu mücahidlere bu ad veriliyor. Yeni doğar gibi doğuyorlar.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ


Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:


“Allah kullarından bir kulu en büyük dostu yapmayı dilediği vakit; ona zikir kapısını açar, yakınlık kapısını ona aralar, onu Tevhid kürsüsünün üzerinde oturtur, sonra da ondan perdeyi kaldırarak, müşâhade yolu ile ona ‘ferdâniyyet’ i gösterir.


O ‘Ferdâniyyet’; yani ‘Teklik’ evine girer, O’nun kibriyâ ve cemâlini keşfeder... Fâni olan (bu) kul, o an Hakk ile bâkî olur. Sübhan olan Allah’ın himâyesinde o, nefsin dâvâlarından uzak olur.” (Kitâbü’t-Temhîdât)

İmâm-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:


“Bu mükâşefe ilmi sıddıkların ve mukarreblerin (Allah’a yakın olanların) ilmidir. Bu ilim, kalp temizlendiği, bütün kötü sıfatlardan soyunup nura döndüğü zaman elde edilen bir ilimdir.
O nurlu halden bir çok hususlar inkişâf eder, bu sayede bir çok şeyleri görür.
Kişi daha önce o şeylerin isimlerini işittiğinden icmalen mânâlarını tahmin eder. Fakat kalbi nur hâline geldiğinde, bütün bu mânâları idrâk eder, kendisine geniş ufuklar açılır.
Hatta Allah-u Teâlâ’nın Zât-ı ulûhiyetini, sıfatlarını, fiillerini, dünya ve ahireti yaratmasının hikmetini, ahireti dünyaya tercih edişinin hikmet ve sebeplerini eksiksiz bir şekilde anlamış olur.
Aynı zamanda nübüvvetin, peygamberin, vahyin, şeytanın, melâike lâfzının ve şeytanlar sözünün mânâsını da bihakkın bilir.
Yine meleğin peygamberlere nasıl göründüğünü, vahyin peygamberlere ne şekilde indiğini ve bunların keyfiyetini bütün inceliklerine kadar anlar.
Yer ve gök âlemlerinin sırrına vâkıf olur.
Kalbin hallerini ve kalpteki şeytan ve melekler arasında geçen mücadeleyi bütün açıklığı ile görür.
Melekten gelen ilham ile, şeytanın vesvesesini ayırdedecek hassayı elde eder.
Ahiretin, cennetin, cehennemin, kabir azâbının, sırat köprüsünün, mizanın ve hesap gününde olacakların keyfiyetini de apaçık bir şekilde bilir.
‘Oku kitabını! Bugün hesap görücü olarak sen nefsine yetersin!’ (İsrâ:14)
Ve:
‘Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilselerdi!’ (Ankebût: 64)
Âyet-i kerime’lerinin mânâsını hakkıyla anlar.
Ayrıca Allah-u Teâlâ ile karşılaşmanın, O’nun cemâl-i bâkemâline bakmanın ve O’na mânen yakınlaşmanın ne demek olduğunu da anlar.
En yüce cemaatin arkadaşlığı ile hâsıl olacak saâdetin, melekler ve peygamberlerle beraber olmanın mânâsını da idrâk etmiş olur.”
(İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 1. Kitab, 2. Bâb. “Ahiret İlimlerinin Kısımları” mevzusundan naklen)


 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ


Ebu Tâlib el-Mekkî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:




“Ali -kerremallâhu veche-nin kendilerini özlediğini belirterek gözyaşı döktüğü o kimseler, daha önce Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından da özlenmişlerdir.



Zirâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu hususla ilgili olan Hadis’inde:
Kardeşlerimle buluşmaya öyle hasretim ki... Kardeşlerimi görmeyi ne kadar da isterdim! Onlar sizden sonra gelecek bir topluluktur.’ buyurmuştur.
Bundan sonra da o, kardeşleri olarak zikrettiği kimselerin vasıflarını anlatmaya başlamıştır.
Onların ‘Kardeşler’ diye tavsif edilmelerinin sebebi, kalplerinin peygamberlerin kalpleri üzere, ahlâklarının da imânın esaslarına dayanıyor olmasıdır.”
“Âhiret âlimlerinden olan bir zâtın aklı, kalbinden gelen ilâhî nurlarla aydınlanır. Anlayışı, ilim ve müşâhadesinin istidlâlinden bilgilenir. Ahlâkı, sahip olduğu yakînî imânın sıfatlarıyla şekillenir. Gücü, yolu ve sülûku da, O’nun yolu ve sünneti üzeredir. İşte böylece de onun kardeşlerinden olmuştur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- in görmeyi özlediği kimseler, aynı zamanda peygamberlerin de kardeşleridir.
İşte onlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in de bir Hadis’inde buyurduğu gibi; halk içindeki gariplerdir.
O şöyle buyurmuştur:
‘İslâm garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak son bulacaktır. Ne mutlu gariplere!’
Denildi ki; ‘Onlar kimlerdir?’
Buyurdu ki:
‘Onlar o kimselerdir ki, insanların bozduğunu ıslâh ederler.’
Bu Hadis’in başka bir lâfzında ise şu ifade yeralır:
‘Onlar o kimselerdir ki, insanlar tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslâh ederler; öldürülmüş olan sünnetimi de ihyâ ederler.’
Onlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in insanlar tarafından bilinmeyen ve terkedilmiş olan yolunu tekrar ortaya çıkaracaklardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- başka bir rivâyette şöyle buyurmuştur:
‘Onlar benim sünnetime ve bugün sizin üzerinde bulunduğunuz yola sımsıkı sarılırlar.’
Bir diğer rivâyette ise şu ifâde geçmektedir:
‘Garipler, sayıları pek az olan sâlih kimselerdir. Sâlih olmayan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğzeden ise çoktur. İşte onlar Allah-u Teâlâ’nın kendilerine nimette bulunarak, İlliyyûn’un en üst mertebesinde peygamberlere yoldaş kıldığı kimselerdir.’
Onlar, Allah-u Teâlâ tarafından kendilerine lütufta bulunulan peygamberlere arkadaş olacaklardır.” (Kûtu’l-kulûb, c. 2, s. 50-51)

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Havass tevhidinin ikinci mertebesi ise şudur: Bu mertebede olan seçkin kul, Allah’ın önünde ferdiyetsiz bir varlık, bir hayaldir. Allah ile kendisi arasında ikinci birşey yoktur. Onun üzerinde Allah’ın tedbir tasarrufları, Allah’ın kudretinin hükümlerine göre cereyan eder (Allah onu istediği gibi idare eder). O, tevhid denizlerinin derinliklerine batmış, yok olmuştur. Ne nefsinden haber vardır, ne Hakk’ın davetinden, ne de ona uymaktan. Allah’a yaklaşmanın hakikatinde O’nun gerçek vahdaniyyetine ermiş, hissi, hareketleri gitmiştir. Allah ondan ne isterse onu onda yapar. Bundaki ilim şudur (yani bunun ilmi izahı şudur): kulun sonu evveline (ilk varlığına) döner. Olmazdan (dünyaya gelmezden) önceki hayatına döner, öyle olur. Bunun delili de Allah Zülcelâl’in şu sözüdür:
“Hani Rabb’in Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkarıp almıştı ve onları kendi nefislerine karşı şâhit tutmuştu. ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ demişti. Onlar da: ‘Evet Rabb’imizsin, buna şâhidiz.’ dediler.” (A’râf: 172)
Bu zamanda var olan kimdir? Var olmazdan önce nasıl var olabilir? saf, hoş ve mukaddes ruhlardan başkası mı cevap verdi Allah’ın sorusuna? Bunlar, Allah’a, yine Allah’ın nüfuzlu kudreti, ve kâmil iradesiyle cevap vermiş değiller miydi? İşte şimdi de o olmazdan önceki varlıkları gibi oldu. İşte bu, Vahid’i tevhid eden muvahhidin tevhidinin son mertebesidir. Onun kendi ferdiyyeti gider.” (Resâilü’l-Cüneyd)

Ammar-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Hakîm (et-Tirmizî); ‘Öyle velî vardır ki, ilk mülkte ikâmet eder ve bu mülkün ismi kendisine verilir. Öyle velî de vardır ki; ikinci, üçüncü ve dördüncü mülke kadar ulaşarak, ilâhî isimlerden her mülkün ismi kendisine tahsis edilir.’ buyurmuştur. Bundan sonra o; ‘Vahdâniyyet’ ve ‘Samedâniyyet’ mülkü’ne vâsıl olur. İşte ‘Allah’ın velîsi’nin kalbi budur. Veliler için bundan öteye geçme ve seyretme yoktur, zirâ o Hâtemü’l-evliyâ’dır.” (Behcetu’t-Tâife Billâhi’l-Ârife, Berlin, no: 2842, 46a yaprağı)

 
B

bamda

Guest
HAKÎM et-TİRMİZÎ -Kuddise Sırruh- HAZRETLERİ’NİN
“HATMÜ’L-EVLİY” KİTABI’NI YAZDIĞI DOKUZUNCU ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELEN VELİLERİN,
“HÂTEMÜ’L-EVLİY” HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI


Evliyâullah’ın ifşaatlarını incelediğiniz zaman gerçeği öğrenmiş olursunuz.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hadis-i şerif’lerinde:
“Öyle ilim var ki, gizlenmiş mücevherat gibidir.” (et-Terğîb, c.1, s.103)
Buyurarak tarif ettiği gizlenmiş mücevher ilimlerinden size açılıyor. Zira ilimlerin hepsi bir değildir, ayrı ayrıdır. Zâhirî ilimler birçok dallara ayrılır, Marifetullah ilmi’nin de birçok çeşitleri vardır.
Evliyâullah’ın dereceleri de bir değildir.
Erzurum’lu İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri “Dördüncü”, “Beşinci” ve “Altıncı” makamlardan bahsetmiş ve fakat “Yedinci” makamdan hiç bahsetmemiştir.
Bu “Yedinci makam”dan murad, Allah-u Teâlâ dilediğine dilediğini lütfetmiştir. O makamda bâtınî saltanat vardır.
Bu ilim doğrudan doğruya nübüvvet kandilinden alınan bir ilimdir. Evliyâullah’ın ilmi ve marifeti dahi buraya yetmez.
Nitekim yetmeyeceğini İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “317. Mektub”unda ifade etmiş ve:
“Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi o kabuğun özüdür.” buyurmuştur.
Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Cenâb-ı Hakk benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” (Risâle-i Es’adiyye)
Bu yol has bir yoldur, “Sıddıkiyyet” yoludur ve nihayet “Hâtem’lik” yoludur. Bu hâtemlik “Hâtemü’l-enbiyâ” ile “Hâtemü’l-evliyâ”ya verilmiştir.
Her bir velinin ayrı ifşaatı mevcuttur. Birine verdiğini diğerine vermemiş, birine gösterdiğini diğerine göstermemiş. İki beyan birbirinden farklı. Her birisi bir noktaya temas etmiş.
Onu Levh-i mahfuz’da görmüş, Ümmü’l-kitab’ı okumuş, tâ asırlar sonra geleceğini bilmiş ve yazmış. Onlar Levh-i mahfuz’da gördü, sen yazıda göreceksin.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, “Kitâbu’r-Riyâze” isimli eserinde; Allah-u Teâlâ’nın bu kulunu nasıl bir himaye ile koruduğunu, ondaki şehvânî hareketleri nasıl yokettiğini ve onda zuhur eden bu aklın “Ulü’l-elbab”dan başka bir şey olmadığını çok açık bir biçimde beyân ederek şöyle buyurmuştur:
“Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahi edemediğimiz bir kulun; dünya diyârındaki meşguliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!
O’nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?
Buyurdu ki: Allah’ın kendisinde gizlendiği bu kul; O’nun idare ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velidir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nur’u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü’l-elbâb’ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak hususunda da kendisine istimdat eder. O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap’ta ve haberde mevcuttur.” (“Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs”, Es’ad Efendi, no: 1312, 10b-11a yaprağı)
Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem’ül-velâye’den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz.
Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah’ın hücceti olmaya muvaffak olur. İşte bu son evliyâ âhir zamanda; Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberler üzerine hücceti olan ve kendisine Hâtemü’n-nübüvvet verilmiş olan, son peygamber Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi olur.” (Muhyiddin-i İbn’ül Arabî, Hatmü’l-velâye, 18. bab, 168 sayfa)
“... Dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, buna hâtem’ül-velâye de denmiştir. Bu, kıyamet gününe kadar Allah’ın, diğer velilere hücceti olur. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in nübüvvet sıdkı bulunduğu gibi, bunun velâyet sıdkı vardır. Ona şeytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten alıp zevkine düşüremez.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Onun makâmı Melik’in mülkünde, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in makâmına en yakın makâmdır. Onun payı ise ferdiyyet yani tekliktir.” (Hatmü’l-evliyâ)
“Bu veli zikirde evvel, meşiyette evvel, makadirde evvel, Levh-i mahfuzda evvel, misakta evvel, mahşerde evvel, hesapta evvel, şefaatta evvel, civarda evvel, cennete girmede evvel, ziyarette evveldir. Nasıl ki Muhammed Aleyhisselâm her yerde peygamberlerin evveli ise, bu da velilerin evvelidir.” (Hatmü’l-evliyâ)
.../...

Hakimi tirmizi cübblinin dediğine göre allah cc rüyada 1000 kere görmüş?:confused1:

inanalımmı?

Bu beyefendi 1000 kere allahı ruyada görürken beni inandığım peygamber h.z muhammet neden bir kere olsun göremiyor?:blink:
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hakimi tirmizi cübblinin dediğine göre allah cc rüyada 1000 kere görmüş?:confused1:
inanalımmı?
Bu beyefendi 1000 kere allahı ruyada görürken beni inandığım peygamber h.z muhammet neden bir kere olsun göremiyor?:blink:

Öncelikle sorularınız konu ile ilgili değil…Ama, biz yine de cevaplamaya çalışalım !
Bir kere biz , Cübbeli nam adlı kişinin söylediklerine sıkı bir tahkikat yapmadan inanmayız. Yalnız şu kadar var ki, Hakimet-Tirmiz adlı veli, çok büyük zatlardan birisidir, bunu çok iyi biliyoruz. (Bakınız Tezkiretul Evliyâ)
İkincisi, Cübbeli nam adlı kişi madem Hakimet-Tirmizi Hz.lerini tanıyor ve biliyor ne diye O’nun en büyük eseri olan “Hatemu’l Evliyâ” kitabından hiç bahsetmiyor ? Bu kitabı okusun da biraz ufku genişler belki diyoruz.
Üçüncüsü, bizim biricik Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın Allahımızı rüyâsında görmediğinden bahsetmişsin ! Bu çok yanlış bir düşünce ve yaklaşımdır. Bir defa O, Allahımızdan hiç bir zaman gafil değildi ki, O’nu rüyada görmeyişinden bahsedilebilsin ! Kaldı ki, Rabbimizi baş gözü ile Miraç Mucizesinde gördüğü ve “Benim Allah'la öyle bir vaktim var ki, o vakitte bana ne mukarreb bir melek, ne de mürsel bir peygamber yaklaşabilir" hadis-i şerifi muktezasınca da Rabbimizle devamlı irtibatının olduğu anlaşılmaktadır.


 
B

bamda

Guest
Öncelikle sorularınız konu ile ilgili değil…Ama, biz yine de cevaplamaya çalışalım !
Bir kere biz , Cübbeli nam adlı kişinin söylediklerine sıkı bir tahkikat yapmadan inanmayız. Yalnız şu kadar var ki, Hakimet-Tirmiz adlı veli, çok büyük zatlardan birisidir, bunu çok iyi biliyoruz. (Bakınız Tezkiretul Evliyâ)
İkincisi, Cübbeli nam adlı kişi madem Hakimet-Tirmizi Hz.lerini tanıyor ve biliyor ne diye O’nun en büyük eseri olan “Hatemu’l Evliyâ” kitabından hiç bahsetmiyor ? Bu kitabı okusun da biraz ufku genişler belki diyoruz.
Üçüncüsü, bizim biricik Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın Allahımızı rüyâsında görmediğinden bahsetmişsin ! Bu çok yanlış bir düşünce ve yaklaşımdır. Bir defa O, Allahımızdan hiç bir zaman gafil değildi ki, O’nu rüyada görmeyişinden bahsedilebilsin ! Kaldı ki, Rabbimizi baş gözü ile Miraç Mucizesinde gördüğü ve “Benim Allah'la öyle bir vaktim var ki, o vakitte bana ne mukarreb bir melek, ne de mürsel bir peygamber yaklaşabilir" hadis-i şerifi muktezasınca da Rabbimizle devamlı irtibatının olduğu anlaşılmaktadır.




cubbeli diyorki hatemveli takdir etmek bize düşmez.veli bir kulun yanlışı olursa kırmadan ,tebessumle dediğini hoş karşılayıp sukut etmek lazım....


peygamber ruyasında allah cc görse hadis kitaplarında da yazardı siyer kitaplarında da..böyle bir şey göremiyoruz.


tirmizi 1000 kere görmüşsse allah resulu 5000 kere görmeliydi.




Allahı ruyada görmemek allahdan gafil olduğu anlamına gelmez.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
cubbeli diyorki hatemveli takdir etmek bize düşmez.veli bir kulun yanlışı olursa kırmadan ,tebessumle dediğini hoş karşılayıp sukut etmek lazım....
peygamber ruyasında allah cc görse hadis kitaplarında da yazardı siyer kitaplarında da..böyle bir şey göremiyoruz.
tirmizi 1000 kere görmüşsse allah resulu 5000 kere görmeliydi.
Allahı ruyada görmemek allahdan gafil olduğu anlamına gelmez.

Cübbelinin ağzından konuşarak nereye varmak istiyorsun BAMBA (Ş)ka ?
Cübbeli Hatem-i Veli konusunda bilgi sahibi değildir. Sen bilgi sahibi isen, kendi düşüncelerin yaz, cevabını verelim. 1000 kere, 5000 kere şeklinde yaptığın kıyas da çok absürd bir kıyas olmuş ! Belli ki, bu konularda çok acemisin ! Müslümanlara bilmediği lkonularda konuşmak yasaklanmıştır. Bundan haberin yok mu?
 
B

bamda

Guest
Cübbelinin ağzından konuşarak nereye varmak istiyorsun BAMBA (Ş)ka ?
Cübbeli Hatem-i Veli konusunda bilgi sahibi değildir. Sen bilgi sahibi isen, kendi düşüncelerin yaz, cevabını verelim. 1000 kere, 5000 kere şeklinde yaptığın kıyas da çok absürd bir kıyas olmuş ! Belli ki, bu konularda çok acemisin ! Müslümanlara bilmediği lkonularda konuşmak yasaklanmıştır. Bundan haberin yok mu?
olayın nereye gittiğini anlamıyormusun
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye"nin 73. Bâb’ ında, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hem cismânî hem de rûhânî Ehl-i beyt’ine mensup olan zâta işâret ederek şöyle buyurmuştur:

"Hatm, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in yalnız hissî sülâlesinden değil; onun -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır."(Fütûhâtü’l-Mekkiyye; c.3, s.89, bas.: Beyrut, 1994)

Muhyiddin-i İbnü’l Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“El-Hatm... Ki o tektir. O, âlemde bir (kişi) dir. Allah, velâyeti onunla hatm eylemiş, mühürlemiştir. Evliyâ arasında ondan büyüğü yoktur.” (Fütûhat-ı Mekkiyye)
“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır. Eğer işaret ettiğim bu nükteyi anlayabildiysen senin için faydalı bir bilgi hasıl olmuştur.” (Fusûs’ül-Hikem)
“O, zâhirde tâbi olduğu hükmü, bâtında Allah’tan alır.” (Fusûs’ül-Hikem)
“Bu ilim, ilm-i billâh’ın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir.” (Fusûs’ül-Hikem)
“Allah-u Teâlâ bu hâtem-i velâyeti ne bize, ne bizden evvelkilere nasib etmeyip, bu makâmı bizden saklamıştır.” (Fusûs’ül-Hikem)

Abdürrezzak-ı Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Bütün Resuller bu ilmi eğer Hâtemü’r-Rüsul olan zâttan elde ediyorlarsa, Hâtemü’l-evliyâ olmak hasebiyle bu zât dahi onu kendi Sırr’ının mişkâtından almaktadır. Öyle ki bütün Resuller ile bütün veliler nûrlarını en sonunda Hâtem’ül-evliya’dan almış olurlar.”
“Hâtemü’l-evliyâ’nın velâyetine ‘Velâyet-i şemsiyye’ (güneş velâyeti), diğer velîlerinkine ise ‘Velâyet-i kameriyye’ (ay velâyeti) denilmektedir.” (Şerhü’l-Kâşânî alâ Fusûsu’l-Hikem, s. 34, 36)

Allâme Abdülganî Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Risâlet velâyeti, nübüvvet velâyeti ve iman velâyeti hususunda evliyânın hatmi olan insanın ruhu bunun dışındadır. Onun ilmi kâmillerin ruhları arasındaki bir ruhtan değil, ancak vasıtasız olarak, bir olan Cenâb-ı Allah-u Teâlâ’dan gelir.” (Cevâhirü’n-Nusûs)
“Kıyâmet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtem-i velî’nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler.” (Cevâhirü’n-Nusûs)
“Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü’l-evliyâ da velî iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir.” (Cevâhirü’n-Nusûs)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hasan Sezâî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“İmkân-ı nakde vâcip urup nâmın ibtidâ,
Ağâzı râyiç eyledi encâmın ibtidâ,
Reftârına çıksa bir kimse sa’y ile
Hatmü’l-merâtib oldu, çû pür-kâmın ibtidâ.”
“Onun yerini bir vekilin alması gerekince,
Sondaki baştakinin üstünlüğüne kavuşur.
Sülûkuna çıksa bir kimse sür’atle,
Onun zevkiyle dolduğu gibi, mertebelerin de Hatm’i olur.”
(Sezâyi-i Gülşenî Divanı; s. 31, trc. Ş.r Çelikoğlu)


Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil’at-pûş
Mustafa geldi yine cümleniz iman ediniz.”
(Fusûs’ül-Hikem Şerhi, sh: 215)

“Mustafa: ‘Ne mutlu benim yüzümü görene, ne mutlu yüzümü göreni görene.’ dedi.
Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Böylece o mumun ışığı, yüz muma nakledilse, o mumdan yüzlerce mum yakılsa, sonuncusunu gören bile asıl ilk mumu görmüş sayılır.
Işığı istersen son mumdan al; istersen can mumundan, hiç bir fark yoktur.
İstersen son mumun ışığını gör, istersen geçmişlerin mumunu gör.” (1950. beyit, c. 1, s. 380)
Sultan Veled -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Onun tevazusu, bütün peygamberlerden fazla olduğundan, yerinde olarak ona Hâtemü’l-evliyâ denilir.
Çünkü bir üstad, sanatında ilerlediği ve o sanatı herkesten iyi bildiği zaman: ‘O sanat, onda sona ermiştir.’ derler. Yani, o sanatı onun bildiği kadar kimse bilemez. Bunun gibi onun ilmine, velâyetine ve sanatına vâris olan talebeleri, canının ve gönlünün oğulları da aynı derece ve değerdedirler.
Bu yüzden Musa Aleyhisselâm:
‘Keşke ben Muhammed’in ümmetinden olsaydım!’ buyurmuştur.
Onun bu temenniden maksadı, lâlettayin bir ümmet değil, Muhammed’in nurundan varolmuş ve onun can ve dilinden bitmiş ve sanatını mükemmel öğrenmiş olan bir ümmet, bir oğul, bir talebe olmaktı.” (Maârif. s. 143, 257)

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-rüsul’ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtem’ür-Rüsul’e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtem’ür-Rüsul ile denkleşir.” (Kitâbü’l-Fukûk fî Müste-nedâti Hikemü’l-Fusûs)
Fahreddin Irâkî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Âşığın gönlü taayyünden münezzehtir, izzetin kubbesi altında gayb ve şehâdet deryâlarının kavşağıdır. Himmeti çok yüksektir. Deryâyı kadehle bin kere içecek olsa, bir daha içmek ister. Son derece genişliğinden dolayı bütün âleme sığmaz, bilâkis bütün âlem ona karşı görünmez olur. ‘Ferdâniyyet’in, ‘Vahdâniyyet’in alanında hâkimiyetin otağını kurar. Bütün âlemin işlerini orada görür, açmayı, bağlamayı meydana koyar. Kabz ve bast’ı, telvin ve temkin’i aşikâr eyler.” (Lemeât; s. 72, On dokuzuncu Lem’a’dan naklen)
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-rüsul’ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtem’ür-Rüsul’e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtem’ür-Rüsul ile denkleşir.” (Kitâbü’l-Fukûk fî Müste-nedâti Hikemü’l-Fusûs)
Fahreddin Irâkî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Âşığın gönlü taayyünden münezzehtir, izzetin kubbesi altında gayb ve şehâdet deryâlarının kavşağıdır. Himmeti çok yüksektir. Deryâyı kadehle bin kere içecek olsa, bir daha içmek ister. Son derece genişliğinden dolayı bütün âleme sığmaz, bilâkis bütün âlem ona karşı görünmez olur. ‘Ferdâniyyet’in, ‘Vahdâniyyet’in alanında hâkimiyetin otağını kurar. Bütün âlemin işlerini orada görür, açmayı, bağlamayı meydana koyar. Kabz ve bast’ı, telvin ve temkin’i aşikâr eyler.” (Lemeât; s. 72, On dokuzuncu Lem’a’dan naklen)
Bu yazdıklarına halk dilinde denecek bir şey var da, argo kullanmayayım şimdi.

Sahte peygamber İskender Mihr'den ne farkınız kaldı şimdi sizin.
Demek hatmül evliyanız Cebrail ile görüşür vahyi kaynağından almada, SOn peygamber ile denkleşir öyle mi?
Şeriatine tabiymiş gibi gözükse de, imiş...Ben bu kadar sapıtabileceğinizi düşünmemiştim, sizin bir sınırınız yok mu ya hu?
Baya bildiğin Cebrailden vahiy alan bir peygamber bu hatmül veli' hayırlı olsun dininiz.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Sadreddin-i Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Hâtem’ül-evliyâ, Hâtem’ür-rüsul’ün şeriatına tâbi olduğu için şeriatı zâhirde ondan alır. Bâtında ise vahiy meleğinin Hâtem’ür-Rüsul’e onu aksettirdiği yerde, aynı kaynaktan alarak, şeriat hususunda Hâtem’ür-Rüsul ile denkleşir. (Kitâbü’l-Fukûk fî Müste-nedâti Hikemü’l-Fusûs)


Enbiyayı (bütün Peygamberleri) kendine tabi ve muhtaç ilan eden sapkın zihniyet, İki cihanın efendisiyle de kendini yarıştırıyor. Tevbe estağfirullah.

Evet, yarışıyorlar da kendini Rasul ilan edip bütün Peygamberlerin imamı olduğunu vehmeden Evronosla yarışıyorlar... Sapıtmada.

Öngütçüler bu denli azim iddiaları, bu denli bariz zırvaları kabullendiklerine göre gram akılları, muvazeneleri kalmamış. Allah uzak eylesin.

Alimler, arifleri de kullanıyorlar. Demediklerini onlara söyletiyorlar. İftira ehli bunlar...
 
Üst