Adem Özköse:Dünya İslama dönüyor

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Cennete Otostop'un yazarı konuştu

Dünya vatandaşı Gazeteci Adem Özköse, 'Dünya İslama dönüyor' dedi.

Dünyanın dört bir yanında İslam’a olan ilgi her geçen gün artıyor. Sonradan Müslüman olan onlarca kişiyle görüşüp bu görüşmelerini bir kitapta toplayan Gazeteci-Adem Özköse İslam’ın niçin bu denli ilgi gördüğünü anlattı.

Röportaj: Gülcan Tezcan
Gerçek Hayat dergisinin belki de en ilgi çeken sayfalarının başında Adem Özköse’nin hidayet röportajları geliyor. Dergimizin Ortadoğu temsilcisi olan Gazeteci- Adem Özköse, gazeteci refleksinin çok ötesinde insani bir merakla ihtida öykülerinin peşine düşüyor. “1970’li yıllarda emperyalizme karşı duyulan öfke, sol hareketlerle ifade ediliyordu ve bu sebeple bütün dünyada sol ideoloji güçlenmişti. Şu an ise özellikle Latin Amerika ülkelerinde solun yerini artık İslam alıyor ve insanlar İslam’ı bir hak arama, küresel sömürüye karşı bir başkaldırı dini olarak görüyorlar.” diyen Adem Özköse ile ‘Cennete Otostop’ kitabından yola çıkarak hidayet öyküleri üzerinde konuştuk.
Dergimiz Gerçek Hayat'ta da bir bölümü yayınlanan hidayet öykülerinizi kitaplaştırdınız. Röportajlarınızın tümü var mı bu kitapta?

Sonradan Müslüman olan onlarca yeni Müslüman’ın İslam’a giriş öyküsünü dinledim. Bu öykülerin bir kısmını okuyucularımızla paylaştım. Bir kısmını ise öyküleri anlatanların isteği üzerine yayınlamadım. Mesela sonradan Müslüman olan İngiliz bir askerin hikayesini dinlemiştim. Bir dönem de NATO’nun bünyesinde Bosna’da bulunan bu İngiliz asker son derece ilginç şeyler anlattı. Anlattıklarını önce kaydettim. Daha sonra benden bunları yayınlamamamı eğer yayınlarsam başının belaya gireceğini söyledi. Ben de bu isteğine saygı duyarak kayıtlarımı sildim. Bunun gibi bir çok röportaj gerçekleştirdim. Bu röportajların bir kısmı “Cennete Otostop”ta yer alıyor. Diğer bir kısmı ise kalbimde ve zihnimde saklı. İnsanların İslam’a giriş öykülerini dinlerken bir gazeteci refleksinden ziyade kişisel merakım daha ağır bastı. Hidayet öyküleri okuyucuları çok etkiledi. Ben bunu biraz da öyküleri dinleyip okuyuculara aktaranın da öykülerden etkilenmesine bağlıyorum.

Şam'da dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlar olduğunu söylüyorsunuz. Peki bu karşılaşmalar nasıl oluyor? İslam'ı seçen bu yeni müminleri nasıl buluyorsunuz?
Şam-ı Şerif insana Ümmet olma, bir Ümmete ait olma duygusunu yaşatan bir şehir. Şam’da, özellikle de Ebu Nur mescidinde dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlarla bir araya gelme fırsatı buluyor; renkleri, dilleri farklı insanlarla omuz omuza verip namaz kılıyorsunuz. Bu bir mümin için harika bir duygu. Dünyanın farklı yerlerinden gelen Müslümanların Şam’daki adresi olan Ebu Nur mescidi bizim evimize de yakın. Başlangıçta yeni Müslüman olan kişilerle bu mescidde edindiğim arkadaşlar vasıtasıyla tanıştım. Daha sonra kendimi birden bu insanların dünyasında buldum ve yeni Müslüman olanlar arasından bir sürü arkadaşlar edindim. “Cennete Otostop” aynı zamanda Şam-ı Şerif’te kurulan bu tertemiz arkadaşlıkların, dostlukların da bir meyvesidir.

Mühtedileri İslam'a çeken en temel özellik nedir? İslam'da varolan neyi gördüklerinde müslüman olmalıyım diyorlar?

Bu insanların İslam’a yönelmelerini sadece bir sebebe bağlayamayız. Hepsinin farklı bir hikâyesi, farklı bir menkıbesi var. Sonradan Müslüman olanlar başlangıçta İslam’ın farklı bir yönüne ilgi gösteriyor. Bu ilgi zamanla Kur’an’la tanışmalarına kadar uzanıyor ve bir çoğu Kur’an’ı Kerim’i okuduktan sonra Müslüman olmaya karar veriyor. Kur’an, bu insanlara hayatı yeni bir bakış açısıyla, yeni bir duyuşla anlamlandırma imkânı sunuyor ve muhtediler kendilerini yeni bir anlam dünyasının içinde buluyorlar. Bu yeni anlam dünyası mühtedileri öyle bir etkiliyor ki önceki hayatı okuyuş biçimlerini tamamen terkedip İslam’a iman ediyorlar.

11 Eylül sonrası İslam'ı seçmiş kişiler var mı görüştükleriniz arasında? Bir yandan İslam hakkında olumsuz propaganda yapılırken sadece 'merak' duygusu yeterli mi sizce bu insanların müslüman olmasına?

11 Eylül olayları son derece paradoksal sonuçlar doğurdu. Bir taraftan Batı’da İslamafobya güçlenirken diğer taraftan da İslam büyük bir ilgi görmeye başladı. 11 Eylül saldırılarının ardından Amerika’da Müslüman olanların sayısı dört kat daha arttı. Bu olaydan sonra her yıl 25 bin kişi Müslüman oluyor ve İslam şu an Amerika’da en hızlı yayılan din haline geldi. Batı’da uzun zamandır en çok ilgi gören kitapların başında da artık Kur’an geliyor. En son Fransız İç İstihbarat Dairesi tarafından bir rapor yayınlanmıştı. Bu rapora göre de Batı’da 11 Eylül’den sonra İslam’a giriş hızı 30 bin ile 40 bin arası artış göstermiş. Ben de kitabımı hazırlarken 11 Eylül olayları sonrası Müslüman olan bir çok kişiyle görüştüm. Bu insanların bir çoğu Brezilya, Arjantin, Peru, Kolombiya gibi Latin Amerika ülkelerindendiler. 11 Eylül olayları, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı, Hizbullah’ın Temmuz savaşında İsrail’e karşı gösterdiği direniş hem Batı’da hem de Latin Amerika ülkelerindeki insanlar üzerinde İslam’a yönelik bir merak duygusu oluşturdu. Bu merak duygusu insanların Kur’an’la, hadis kitaplarıyla, İslam’la daha yakından irtibat kurmalarına yol açtı. Bunun sonucunda da Müslüman olanların sayısında bir patlama yaşandı. Ayrıca, İslam, başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere bütün dünyada artık Amerikan emperyalizmine karşı başkaldırının sembolü haline geldi. 1970’li yıllarda emperyalizme karşı duyulan öfke, sol hareketlerle ifade ediliyordu ve bu sebeple bütün dünyada sol ideoloji güçlenmişti. Şu an ise özellikle Latin Amerika ülkelerinde solun yerini artık İslam alıyor ve insanlar İslam’ı bir hak arama, küresel sömürüye karşı bir başkaldırı dini olarak görüyorlar.

Mühtedilerin İslam ülkelerine ve Müslümanlara bakışı nasıl?

Röportaj yaptığım mühtedilerin bir çoğu Müslümanları daha yakından tanıdıklarında hayal kırıklığı yaşadıklarını söylediler. Hatta bir kaç mühtediden; “İyiki Müslümanlarla tanışmadan önce Kur’an’la tanışmışız. Müslümanları Kur’an’dan önce tanısaydık, belki Kur’an okumaya gerek duymazdık ve Müslüman olmazdık.” şeklinde ifadeler duydum. Bazı mühtedilerin Müslümanlar niçin bu haldeler, İslam’ın emirlerini niçin yerine getirmiyorlar diye ağladıklarını biliyorum. Bence mühtedilerin her biri İslam’a dönmemiz, dinimizin kıymetini daha iyi anlamamız için Allah’ın bize sunduğu ibret mesajlarıdır. Ben de kitabım vasıtasıyla bir bakıma bu ibret mesajlarını insanlara ulaştırmaya çalışıyorum.

Okuyup araştırarak müslüman olanlar ile müslüman bir ailede doğduğu için İslam'ı yaşayanlar arasında sizce en temel farklılık nedir?

İslam’ı okuyup araştırarak bulanlar tahkiki bir imana sahip oluyorlar. Bu da İslam’a daha fazla inanılmasına, İslam’ın kıymetinin daha iyi bilinmesine neden oluyor. İslam’a bir kültürel miras olarak bakanlar, anne babaları Müslüman olduğu için İslam’ı seçenler ise çoğunlukla taklit ehli oldukları için ellerindeki altının, mücevherin ne kadar kıymetli olduğunu anlayamıyorlar.

Sizi en çok etkileyen hikaye hangisi oldu?

Açıkçası dinlediğim her hidayet öyküsü beni çok etkiledi. Günlerce bu öykülerin etkisinden kurtulamadım. Dinlediğim hidayet öyküleri arasından beni bir tercih yapmaya zorlarsanız size Afganistan’a yaptığım seyahat esnasında hidayet öyküsünü dinlediğim Avustralyalı askeri söyleyebilirim. Bir dönem Doğu Timur’da Müslümanlara karşı savaşan bu asker Müslüman olup Taliban saflarına katılmıştı. “Cennete Otostop” ta anlattığım Brezilyalı eski papazın, İngiltereli Abdülhakim’in, Hıristiyan bir misyonerken Müslüman olan Malezyalı kızın, Taylandlı Budist rahibin, Almanyalı eski bir Hippi’nin, yine İngiltereli eski uyuşturucu kaçakçısının, bir otostopla hayatı değişen gencin hidayet öykülerini dinlerken de çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Bunların yanında Şam’da Rus bir kızın Kelime-i Şehadet getirmesine şahitlik etmiştim. Meryem ismini alan bu kardeşimizin Kelime-i Şehadet getirirken döktüğü sevinç gözyaşlarını sanırım hayatımın sonuna kadar hiç unutamayacağım.

Konuştuğunuz mühtediler laik Türkiye hakkında ne düşünüyor?

Konuştuğum mühtediler genel olarak Türkiye’yi ve Türkiyeli Müslümanları seviyorlar. Türklerin Araplardan, Farslardan daha kültürlü, daha temiz ve İslam’ı yaşama noktasında daha samimi olduğunu söylüyorlar. Fakat Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağını da anlayamadıklarını ifade ediyorlar. Bu insanlarla röportaj yaparken çoğu zaman Türkiye’de başörtüsünün niçin yasak olduğu sorusuna muhatap oldum.

Kitabınızla ilgili okuyuculardan ne tür tepkiler alıyorsunuz?

“Cennete Otostop”un okuyucular tarafından ilgi gösterilecek bir kitap olacağını düşünüyordum. Fakat açıkçası bu kadar da tahmin etmemiştim. Kitaba benim tahminlerimin çok ötesinde bir ilgi var. İnsanlar “Cennete Otostop”u okuduktan sonra 2-3 kitap daha alıp arkadaşlarına, çevrelerindeki insanlara hediye ediyorlar, bu kitabın başkaları tarafından okunması için çaba gösteriyorlar. Bundan dolayı okuyucularıma çok teşekkür ediyorum. Ayrıca “Cennete Otostop” İngilizce, Arapça, Arnavutça gibi dillere de çevrilmek isteniyor. Bu yönde teklifler alıyoruz. Kitabımın bu denli ilgi görmesi de beni çok mutlu ediyor.

Gerçek Hayat
 
K

Kaçak

Guest
Adem Özköse İle Röportaj

ünya liderliğine giden yol, biraz da Ortadoğu'nun çöllerinden geçiyor. Bu topraklara hâkim olamayanın dünya siyasetini belirlemeye hakkı yok. Bunun bilincinde olan büyük devletler tarih boyunca kendilerine kapışma sahası olarak hep Ortadoğu'yu seçtiler. Devlerin kapışma bölgesi olan Ortadoğu, bu sefer de halk devrimleriyle sarsılıyor. Tunus'ta kendini yakan genç, bölge halkını diktatörlerden kurtulmak için harekete geçirdi. Fakat bir taraftan halkların özgürlüğüne sevinirken, diğer taraftan da "acabalar?" zihnimizi meşgul ediyor. Bölgede yaşayan veya bölgeyi iyi bilen birini dinlemediğimiz zaman bu acabalara genelde eksik cevap veriyoruz. Biz de son gelişmelerle ilgili sorulara cevap bulabilmek için Ortadoğu'yu iyi bilen ve yıllardır bu topraklarda yaşayan Gazeteci-Yazar Adem Özköse'nin kapısını çaldık. Şam'da sorularımızı cevaplayan Gerçek Hayat dergisinin Ortadoğu Temsilcisi, “İslam dünyası artık prangalarını kırmaya başladı” dedi.
Tunus'da başlayan halk ayaklanması bir anda bütün Ortadoğu'yu sardı. Arap halkları niçin bu denli öfkelendiler?

Aslında Ortadoğu'da yaşanan sorunun temeli Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesine kadar uzanıyor. Uzun zamandır bölgede bir düzen ve adalet bunalımı yaşanıyordu. Bu coğrafyayı yıllardır halkın gözünde meşrutiyeti olmayan, Amerika'nın desteklediği, babadan oğla geçen dikta yönetimler yönetiyor. Bu yönetimler halkın bütün taleplerine kulak tıkadıkları gibi, Arapların en önemli meselelerinden biri olan Filistin meselesinde de İsrail'in menfaatlerine göre davranıyorlardı. Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesi ekonomik olarak da çok kötüydü. Mısır'da açlıktan ölen insanlar oldu. Biz Guantanamoları, Ebu Gureybleri konuşarak ABD'ye kızıyoruz; fakat bu coğrafyada Guantanamo'yu bile aratacak nice işkence haneler mevcut. Doğunun zalimi bazen Batının zaliminden daha gaddar olabiliyor. Araplar yaşadıkları zulüm ve baskılardan dolayı artık kaybedecek bir şeylerinin kalmadığını şiddetli bir şekilde hissettiler. Bu arada uzun zamandır Arap gençliği arasında bir uyanış vardı. Sorgulayan, artık diktatör yöneticilerden kurtulmak isteyen yeni bir kuşak yetişti. Üniversite öğrencilerinden, mahallenin bıçkın delikanlılarından oluşan bu yeni kuşak sonunda isyan etti. Nuri Pakdil “ihtiyacımız olan esaslı ve soylu bir öfke” diyor. Araplar sonunda esaslı ve soylu öfkelerine kavuştular ve tarih yazmaya başladılar. Yaşananlar yıllardır biriken bir öfke patlamasıdır. Adaletsizliğe, zulme, baskıya, fakirliğe karşı asil bir isyandır.

Ayaklanmaların arkasında Batılı güçlerin olduğunu, bundan sonraki aşamada BOP'un hayata geçirileceğini iddia edenler de var. Bu tür komplo teorilerine nasıl bakıyorsunuz?

Bu tür komplo teorilerini bir aşağılık kompleksi olarak görüyorum. Bu düşünceleri ortaya atanlar aslında biraz da “Doğulular kendi başlarına hiçbir şey başaramaz, her şeyin arkasında mutlaka Batılılar vardır” demek istiyorlar. Bugün Ortadoğu'da yaşananlar asil bir özgürlük mücadelesidir. “Araplardan adam olmaz” diyenler onurun ne manaya geldiğini, özgürlük için kurşunlara karşı göğüslerini siper eden Arap gençlerinden öğrensinler ve tarih nasıl yazılırmış görsünler. Batılıların bölgeye dair plan ve programları bu devrimle birlikte büyük yara alacak. Bunu önümüzdeki süreçte daha net bir şekilde göreceğiz.

Arap gençleri ve Mavi Marmara

Peki, bu ayaklanmalarda Türkiye'nin ne gibi bir etkisi oldu? Ayaklanmalar sırasında Türkiye'ye sürekli atıflar yapılmıştı.

Türkiye uzun süredir Arapların gündeminde. Özellikle de Ak Parti iktidarından sonra… Başörtüsü yasağı gibi bazı kısıtlamalara rağmen İslam dünyasında özgürlüklerin en fazla olduğu ülke Türkiye'dir. İster kabul edin, ister etmeyin bu bir realite. Arap halkları Türkiye'ye baktıklarında eşi başörtülü, İslami ve insani kaygıları olan, İsrail'e karşı en sert şekilde tavır alan bir başbakan görüyorlar. Bu başbakan “İstanbul'un Medine'nin, Şam-ı Şerif'in, Kudüs'ün kaderi aynıdır” diyor. İnsanların kalplerine dokunacak cümleler kurup kardeşlikten, sınırların kalkmasından, özgürlükten bahsediyor. Bu manzara Arapları gerçekten çok etkiledi. Türkiye Araplar için bir model ülke oldu. Ayrıca Mavi Marmara gemisinde Furkan gibi gençlerin Filistin için canlarını ortaya koymaları, direnmeleri Arap gençliği üzerinde büyük bir tesir oluşturdu. Arap gençlerinin cesaret duygularını harekete geçirdi. Bugün eğer Arap dünyası ayağa kalktıysa, bu isyanda diğer etmenlerin yanında Mavi Marmara'nın da etkisi var.

Hâlihazırda süren Arap isyanı sırasında sosyal paylaşım sitelerinin ve El Cezire televizyonunun rolü yoğun şekilde tartışıldı. İddia edildiği gibi bu isyanı medya mı yönetiyor?

El Cezire gerçekten büyük bir iş başardı ve özgürlük isteyen insanların sesi oldu. Arap isyanının başlamasında Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin etkisi olsa da, bu isyan teknolojik bir isyan değildir. Bu isyan kalplerin, vicdanların, ezilmişlerin isyanıdır. Ayrıca devrimci düşünce miadını doldurdu, sokaktan bir şey çıkmaz diyenler bir kez daha yanıldılar. Sokaklar; ezilenlerin, yoksulların, özgürlük isteyenlerin barınakları, kaleleri olmaya dün olduğu gibi bugün de devam ediyor. Bunu son yaşanan Arap isyanında bir kez daha gördük.

İsyan Suriye'ye niçin sıçramadı?

Arap isyanı sürerken gözler Suriye'ye de çevriliydi. Fakat isyan beklenildiği gibi Suriye'ye sıçramadı. Oysa Suriye'nin de ciddi problemleri var. Suriye'de herhangi bir hareketlilik yaşanmamasını neye bağlıyorsunuz?

İsyanın Suriye'ye sıçramamasının birkaç sebebi var. En başta Suriye'nin kendi içinde örgütlü bir muhalefeti yok. İsyan çıkan ülkelerin hepsinde baskı altında da olsalar örgütlü muhalif hareketler bulunuyor. Mevcut Suriye yönetimine muhalif olan siyasi hareketler ise daha çok Suriye dışında siyaset yapıyorlar. Bu da Suriye'deki iç dinamikler üzerinde herhangi bir etki sağlamıyor. Bölgede başlayan Arap isyanının temel nedenlerinden biri de Filistin meselesine Arap yöneticilerinin aldığı olumsuz tavırdı. Suriye ise Filistin konusunda diğer Arap rejimlerine göre daha duyarlı bir politika takip ediyor. Hamas, İslami Cihat, Hizbullah gibi direniş hareketlerine destek veriyor. Hatta İsrail'in suikast listesinde olan birçok Filistinli lider de Suriye'de yaşıyor. Suriye'nin Filistin konusundaki bu olumlu tavrı halkın gözünde mevcut yönetime meşruiyet kazandırıyor. İsyanın Suriye'ye sıçramamasının bir diğer nedeni ise Suriye'deki ekonomik durumun Mısır gibi ülkelerden çok daha iyi olmasıdır. Suriye'de bir değişim olacaksa bu bir isyan dalgasıyla değil, sistem içi değişiklikle olur.

Mısır halk devrimi sırasında İhvan bir takım çevreler tarafından eleştirildi. Korkak davranmakla, olaylara ağırlığını koymamakla suçlandı. Siz İhvan'ın bu tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence İhvan çok akıllı davrandı. Hatta İhvan isyan sırasında izlediği politika sayesinde bölgede çok büyük bir saygınlık kazandı. İnsanlar İslami hareketin iktidar hırsıyla değil; halkın maslahatını gözeterek hareket ettiğini gördüler. Zaten Mısır'daki olayları da İhvan değil; sıradan Mısırlı gençler başlatmıştı. İhvan daha sonraki günler isyana müdahil oldu. Fakat İhvan bu gençlerin isyanın başında ödedikleri bedele, verdikleri emeğe saygı duydu. Fırsatçı değil; erdemli bir politika izledi. Bence İhvan'ın bu erdemli ve saygın tavrı ileriki zamanda politik olarak büyük bir kazanca dönüşecek.


Olaylar sırasında ABD Mübarek'in gitmesini istedi, Batı da yıllardır destek verdiği Zeynel Abidin'i yüzüstü bıraktı. Batılı yönetimler bu liderleri niçin bu denli hızlı terk etti?

Bu tavır klasik bir Batı ahlakıdır. Hatırlarsanız İran Şahı'nı da aynı şekilde yüzüstü bırakmışlardı. Batı'nın insan hakları söylemi, demokrasi vaadi birer kandırmacadan ibarettir. Onlar için önemli olan menfaatleridir. Menfaatleri için diktatörleri desteklemekten çekinmezler. Müslüman halkların gördüğü zulümler, çektikleri sıkıntılar Batılı yöneticilerin umurunda değildir. Arap isyanı esnasında başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin ortaya koydukları tavrı hep birlikte gördük.Bölgede Batı'ya güvenerek politika üretenler, güçlerini halklarından değil de Batı'dan alanlar dün olduğu gibi bugün de yüzüstü bırakılacaklardır.

Devrimden sonra Mısır'da ve Mısır'ın politikasında ne gibi değişiklikler olur?

Sivil yönetim geldikten sonra Mısır'da çok hızlı bir değişiklik beklemeyelim. Mısır mutlaka değişecek; fakat bu değişim bir hayli zaman alacak. Ortada bir takım anlaşmalar, geçmişten bugüne kurulu bir düzen ve bu düzenden arda kalan problemli bir yapı var. Bu yapı kendi içinde bir temizliğe gidecek. Şu an politik bir hat olarak Türkiye, Suriye ve İran'dan oluşan İsrail karşıtı bir hat var. İleride bu hatta Mısır da eklenecek. Fakat Mısır'ın bu hatta ekleniş biçimi İran gibi değil; Türkiye gibi olacak. Sert ve tehditkâr bir söylemden ziyade, bir takım dengelerin gözetildiği; fakat İsrail terörüne karşı çıkan haysiyetli ve şahsiyetli bir politika üreten yeni bir Mısır'ın doğacağını düşünüyorum.

Mısır'ı yıllardır Nasır, Enver Sedat ve Mübarek gibi asker kökenli yöneticiler yönetti. Yönetim şu an yine askeri konseyin elinde. Sizce asker yönetimi sivil otoriteye devredecek mi? Mısır Ordusu yönetimi bırakmama gibi bir tavır geliştirebilir mi?

Mısır'da ordu yönetime ülkenin siyasi sistemine hâkim olmak için değil; bir ara geçiş formülü oluşturmak için el koydu. Mısır Ordusu siyaseti, darbeleri çok seven bir ordu değil. Asker yönetimi bir an önce sivillere devretmek istiyor. Mısır Ordusu genelde dindar halk çocuklarından oluşuyor. Zaten Mübarek de Mısır'ı yıllarca ordu desteğinden ziyade; polisler ve cumhuriyet muhafızlarından aldığı destekle yönetti. Askerlerin maaşı Mübarek zamanında hep düşük olurken, polis ve muhafızlarınki yüksekti. Mısır'da ordu altı ay sonra muhtemelen yönetimden çekilir.

İslami hareketin geleceği

Son Arap isyanıyla birlikte Ortadoğu'daki İslami hareketler de gündeme oturdu. Bölgedeki İslami hareketler bundan sonraki süreçte ne denli etkili olacaklar?

İslam, bu coğrafyada en dinamik güçtür. Bu gerçeği İslam dünyasında siyaset yapan bütün hareketler artık anlamalı ve İslam'la olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeliler. Dünyada şu an bir değişim yaşanıyor. Bu değişimi okuyamayanların geleceğin dünyasında söz söyleme hakları olmayacak. Bölgedeki İslami hareketler mevcut fotoğrafı iyi okuyup; kendi halklarıyla, tarihleriyle, kültürleriyle barışık bir siyasi dil geliştirebilirlerse bölgenin geleceğinde en etkili güçlerden biri olabilirler. İslami hareketlerin şeffaflaşmaları, daha fazla halkçı olmaları gerekiyor. Bölge halkı müteşeddit bir İslami anlayışa kesinlikle karşı. İslami hareketler; adalet merkezli, lider sultasına karşı, özgürlükçü, fakirin ve ezilenlerin haklarını savunan, antiemperyalist bir yapıya bürünebilirlerse bölgede çok büyük kazanımlar elde edebilir, hatta en büyük güç haline gelebilirler.

Arap isyanı sizce hedeflerine ulaşabilecek mi?

Artık İslam dünyası prangalarını kırmaya başladı. Sokaklardan, meydanlardan gelen özgürlük rüzgârı bir bir İslam beldelerini özgürleştiriyor. Mısır'da tarihin en büyük devrimlerinden biri gerçekleşti. Özellikle Mısır devrimi bölgede yeni parametreler oluşturacak ve bu isyanların ardından bölge yeniden dizayn edilecek. İslam dünyası gerçekten tarihi günler yaşıyor. Dünya, Müslüman halkların ne denli dinamik ve canlı olduğunu bir kez daha gördü. İnancın ve fedakârlığın karşısında hiçbir polis, hiçbir asker, hiçbir diktatör duramaz ve duramıyor da. Coğrafyamızda meydana gelen bu tarihi günlerden sonra sanırım “başka bir dünyanın mümkün olduğuna” dair umudumuz daha fazla artacak.

Özgün Duruş
Taner Altun / Şam
 
Üst