Küçük Ali, artık dağları kendine barınak edinmiş; beş vakit namazını da kırlarda kılmaya başlamıştı. Yine bir gün öğle vaktiydi. Ali, koyunları sulamak için dere kıyısına indirmişti. Ardından, sürüyü dere kıyısındaki çimenlere salmış otlatıyordu. Küçük çoban, akan derenin suyundan abdestini alarak, öğle namazını kılmak üzere, Kıble'ye yönelip, yüce yaratanın huzurlarına durdu. Namazın ardından da avuçlarını açarak yüce Hak'ka dua ve yalvarışta bulundu. Duasının sonunda da şöyle yakardı: "Allah'ım!..(cc) beni kula kul yapma!.. Okumak istiyorum; Beni bilgisiz bırakma!.."
Duasını bitiren Ali, azık torbasını açarak anacığının hazırladığı yiyeceklerle karnını doyurmaya başladı. Oturduğu yer, dere kıyısına yakındı. Bir ara, küçük çobanın bakışları, dereciğe kaydı. Akan derenin suyu, hafif şırıltı sesleri çıkarıyor; Akıntıya kapılmış bulunan ot kökü, saman çöpü, kimi yerde kurulmuş köprüleri andırıyordu. Bu çöp taneciklerine biraz daha dikkatle bakan Ali, saman çöplerinden birisinin üzerinde, küçük bir karıncanın çırpınmakta olduğunu gördü. Ağzında da bir buğday tanesi vardı. Karınca, durmadan çabalıyor; sık sık hamle yaparak kıyıya ulaşmaya çalışıyordu.
Küçük çoban, o anda kendisini, saman çöpü üzerinde çırpınmakta olan karıncanın durumunda hissetti. Bir anda içi burkuluverdi. Küçük karınca, bıkmadan usanmadan atılım üzerine atılım yapıyor; boğulma tehlikesine rağmen, kıyıya erişmeye çalışıyordu. Ali, uzunca bir süre karıncanın davranışlarını izlemekten kendini alamadı. Küçük karınca, sonunda bu çabalarının sonucunu almış; güç de olsa kıyıya çıkmayı başarmıştı. Küçük çobanın yüreği bir hoş oluvermişti; kıyıya çıktıktan sonra, ağzında buğday tanesiyle yürümeye çalışan karıncayı, bakışlarıyla okşarken Ali:''Bir tek karıncasından bile vazgeçmeyen yüce yaratan, elbet de ben kuluna da sahip çıkacaktır." Diye düşünmeden edemedi; sonra da başını gökyüzüne kaldırarak avuçlarını açıp yeniden dua etti: ''Allah'ım (cc)!.. bana da şu küçük karıncana verdiğin kadar olsun güç ver!.. Senin herşeye gücün yeter!..''
Küçük çoban, duasını bitirdikten sonra çevresine bakındı. Sürü, geniş bir alana dağılmış bulunuyordu. Onları çevirerek biraraya getirdi. O anda da kulağına hafif sesler gelir gibi oldu. Biraz sonra, bu sesler, daha belirgin olarak duyulmaya başlamıştı. Dere boyu yatağından, kendisine doğru gelenler olduğunu da algılamıştı. Bunlar, biraz daha yaklaşınca, gelenlerin okul arkadaşları olduğunu gördü; başlarında da öğretmenleri vardı. Tabiatla ilgili derslerini uygulamak üzere, canlı ekrandan yararlanmayı düşünmüş ve buralara gelmiş olmalıydılar.
Ali, öğretmeni ve arkadaşlarını karşılarken sevinç ve hüzünü aynı anda yaşayıvermişti. Öğretmeninin elini öperken, duygusallığı daha da artmış ve mahzunlaşıvermişti. Arkadaşlarıyla da kucaklaşmanın ardından, dere kıyısında oturup sohbet ettiler. Ali, arkadaşlarından okul ve dersler hakkında bilgiler edindi. O da dağdaki yaşayışı hakkında açıklamalarda bulundu. Birara, öğretmeni Ali'ye şunları dedi:
- Senin okul ve öğretime karşı ne kadar istekli olduğunu biliyorum. Okulundan istemeyerek ayrıldığını, ailene maddi katkı da bulunmak için okulu bıraktığını da öğrenmiş bulunuyorum.
Ali, öğretmenini boynu bükük ve mahzun biçimde dinlerken, öğretmeni konuşmasını şöyle sürdürdü: - Hiç üzülme Ali!.. Senin için ne düşündüm biliyor musun?!. Senin davar güderek çobanlık yapman, öğrencilik yapmanı engelleyen bir durum değil... Sürekli okula gitmen de gerekmez. Davar gütme işini sürdürürken bir yandan da ders çalışma işini sürdürebilirsin. Yarın ders kitaplarını da yanında getir; çalışmaya başla... Ben de sana yardımcı olacağım. Bu yıl beşi okuyordun zaten. Seni, ilkokulu dışarıdan bitirme sınavına sokacağım. Sana güveniyorum. İnşaallah başarılı olursun. Babalığın Recep efendiyle de görüştüm; Senin ilkokulu dışarıdan bitirme sınavına hazırlanman için çalışmalara başlamana izin verdi. Göreyim seni Ali, beni utandırma...