Abdurrahman Arslan / Sabır hakikatin yanında olmaktır

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,116
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
umuthuzmelerid53ed714cfdb5ad3.jpg


Daha önce yayımlanan Sabra Davet Eden Hakikat gözden geçirilmiş olarak yeniden neşredildi. Ciddi bir modernizm eleştirisi yapan Abdurrahman Arslan'ın kaleminden çıkan eser, çok önemli mevzuları ihtiva ediyor.
Kitap temelde, insanoğlunun kontrol dışı bir modern dünyayla karşı karşıya kaldığı temel tezini işliyor. Ziyadesiyle dünyevileşmiş Müslümanlar, ruhları karartan bir muhayyile ile yaşadığı çaresizliğin iç karartan travmasıyla meçhule doğru yol alıyor. Bu kötü gidiş karşısında bir dönem insanlığa adalet ve özgürlük anlayışını yayan Müslümanların, bugün 'tutsaklığın', 'konformizmin' ve 'karamsarlığın' içine düştüğünü dile getiren Arslan, her şeye rağmen 'sözün gücüne' inanıyor ve ataletten, zilletten kurtulmanın yolunun ancak 'sabretmekle' mümkün olabileceğini belirtiyor. Zira 'sabrın verilmiş bir nimet olduğunu unutmayanlar, Allah'ın da sabredenlerle beraber olduğunu unutmayanlardır' diyor.
Aslında Batı'nın insana vaat ettiği hayat tarzı Müslümanları köklerinden uzaklaştıracak ve kendi paganizmini dayatacak bir tasavvuru havidir. Bu tasavvur maksadını çeşitli ideolojiler marifetiyle hayata geçirirken, Müslüman toplumların içinde bulundukları sorunların kendi inançlarından kaynaklandığını, gerçek kurtuluşun Batı'nın davet ettiği hayat tarzında saklı olduğu şeklindedir. Hâlbuki yazarımızın isabetle kaydettiği gibi, 'yüzyılımızda her şeyin; insanın, toplumun, tarihin ve dinin kendisine referansta bulunularak anlamlandırıldığı neo-liberal demokratik ideoloji, kendinde adalet kaygısı taşımayan bir ideoloji olmasıyla önemlidir. Bu ideoloji felsefi düzlemde relavist, insanî düzeyde aşırı bireyci, toplumsal düzeyde de sadece tüketimi, dolayısıyla 'sefahati/hazzı' esas alan yeni bir hayat tarzı ve sahte bir özgürlük anlayışıyla beraber geliyor.'
MÜSLÜMANLARIN IZDIRABI
Sorun insanlığın karşı karşıya kaldığı meselelerde 'barışın' ve 'güvenliğin' nihai teminatının nerede aranmasıyla ilgilidir. Temeli Fransız ihtilaliyle atılan seküler bir dünya, İslam dünyası üzerinde yakın gelecekte travmatik sonuçlar doğuracaktı. Bu durumu Arslan söyle özetlemektedir: '20. Yüzyılın Müslüman muhayyile üzerinde bıraktığı tesir, diğer bütün yüzyıllarla mukayese edilemeyecek kadar yaygın ve travmatiktir. Müslümanların tarihteki son temsilcisi olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışı, İslam'ın siyasal gücü ve periferik temsilinin sonunu getirdi; 1918 yılındaki çöküş, bölgenin yüzyıllardan beri alışık olduğu düzeni tarih dışına itti. O zamana kadar görece özgür ve bağımsız kalabilen Müslümanlara ait topraklar üzerinde; bu tarihten itibaren her biri kendisi için ayrı tarih talebinde bulunan 2 yeni 'ulus devlet' inşa edildi. Engin oryantalist tecrübeleriyle Anglosaksonlar her toprak parçası için ayrı bir kral/şeyh yaratmada zorluk çekmediler.'
Kitapta, İslam, Ortadoğu, Anlosaksonlar başlığı altında yukarıda alıntıladığımız satırların dışında çok önemli tespitler yapılmaktadır. Bugün Ortadoğu'ya baktığımızda parçalara bölünmüş, güçleri zayıflamış ve birbirine düşürülmüş aynı kaderi paylaşan İslam ümmetinin ıstıraplarını görebiliyoruz. Büyük İskender'in 'Ortadoğu'ya hâkim olan bütün dünyaya hâkim olur' sözünü hatırladığımızda, 90'lı yılların başında Kuveyt'in işgaliyle başlayan ve Irak'ın kalbine kadar giren ABD emperyalizminin yüz binlerce insanı katletmesi, büyük bir medeniyetin beşikliğini yapmış toprakları tarumar edişini hangi sebeplere dayandırdığını daha rahat anlayabiliriz. ' Böylece yeryüzündeki her sömürge toprağında Lord Macaulay'ın ifade ettiği gibi, 'kan ve renkte yerli; ama zevkte, düşüncede, ahlakta ve zekâda İngiliz olan' insan toplulukları 'teşekkül' etmiştir.
KÖŞEYE KISTIRILMIŞ İNSANLIK
Batı düşüncesinin temel kodlarını kavramak için başvurulacak önemli bir kitap olan Sabra Davet Eden Hakikat, Müslüman muhayyilenin bu düşünceyle olan münasebetlerini ele alırken, sorunların tespitini yapmakla kalmaz, çıkış yollarını da göstermeye çalışır. Bir çeşit dayatılarak modern insana sunulan tüketim alışkanlığı içinde kendini mecbur görme kıstırılmışlığından kurtulmanın yegâne yolunun İslam'ın paylaşımcı ve sosyal adaleti tesis edici düzeni içinde yer alarak mümkün olabileceği gerçeğini akılda tutmak gerekmektedir. 'Kader belirsiz olan değildir; tersine 'belirsizliklerin' belirli olan içinde yer aldığına, cereyan ettiğine inanmaktır. Bu yüzden kader diğer adı 'sabır' olan 'vakti' beklemek, yani bir gelecek ütopyası olma özelliği taşır. Zira sabır, kendini onunla anlamlandırdığı bir hakikate içkindir; bu yüzden mevcuda seyirci kalmak veya olanı kabullenmeyi değil, 'zararda olan asrın' içine düştüğü şüphe karşısında ısrarla hakikatin yanında olmak anlamına gelir. Sabır, kendinden söz ettirdiğinde içkin hakikatin adalet talebiyle beraber ortaya çıkar; zulüm karşısındaki adalet çağrısının başarılı olabilmesini, ancak şüpheden arınmakla mümkün olabileceğine inanmayı öngörür. Çünkü hakikat kaybolduğunda hayat, içinde yanılgının olmadığı, bu yüzden de kendine bir sınır koyamadığı sonsuz bir faaliyete dönüşür. Bu durumda insanın faniliğine karşı hayatı 'ölümsüz' olarak anlamak, sadece unutmak değil, hayatın yaratılmışlığına karşı aynı zamanda bir 'ihanet' olur.'
Sabra Davet Eden Hakikat
Abdurrahman Arslan
Pınar Yayınları
2012
196 sayfa

 
Üst