Abdullah İbn RevÂha

Rojdi

Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
142
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Akabe gününde İslâm'a giren şâir sahâbî. Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. İmriü'l-Kays b. Amr'dır. Künyesi Ebu Muhammed, ünvanı şâiru Rasûlüllah'tır. Babası Revâha, annesi Kebşe'dir.

Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar'ın ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine'de doğdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmiştir.

Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kâtiplerindendi. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu'l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine'ye ulaştırdı. Bedru'l-Mev'id gazasında Rasûlullah'ın Devlet Başkanlığına vekâleten Medine'de kaldı. Hicretin 6. yılında (627) üç kişilik heyetin başkanı sıfatıyla Hayber'e gitti. Yahudilerin başkanı Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber'de üç gün kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e aktardı.

Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber'e elçi olarak gönderildi. Yanında bulunan otuz kişiyle birlikte Hayber'e vardı. Üseyr b. Zârim ile gõrüştü. Allah Rasûlü'nün kendisini Hayber'e vali yapacağını, Medine'ye gelmesi halinde kendisine ikrâm ve ihsânda bulunacağını bildirdi. Üseyr, bu teklife memnun oldu, valiliğe heveslendi. Yanına aldığı otuz kişiyle birlikte yola çıktı. Yolda, sahâbeden Abdullah b. Üneys'in kılıcına el atarak onu öldürmek istedi. Abdullah, bunun ahde vefasızlık olduğunu bildirdi. İkinci kez yine Abdullah'ın kılıcına el attı. Bu durum karşısında Yahudilerden yirmidokuz kişi kılıçtan geçirildi. Bir kişi kaçıp kurtuldu.

Hz. Peygamber'in Basra hükümdarına gönderdiği elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamada bulundu: "Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b. Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar."

Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte'de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b. Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca'fer aldı. O da savaştı, şehid oldu. Ca'fer'den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid ,oldu (629).

Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn Hârise, Ca'fer ve İbn Revâha'nın şehâdet haberi geldiğinde Rasûlullah (s.a.s.) Mescid' te oturmuştu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadınları ağlaşıyorlar" dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak saç."

Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka'b b. Malik ve Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur: "Şâirlere sapıklar uyar. Onların her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip salih ameller işleyenler Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zâlimler, yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir." (Şuarâ, 26/224-227).

Allah'ı çok zikreden işte yukarda bahsedilen hicivci üç sahâbidir. Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur.

Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmişbirinci "İçinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem'e varacaksınız" âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, düşman şerrini sizden uzaklaştırarak sağ salim dönmenizi nasib etsin." demişler, bunun üzerine Abdullah şu şiiri söylemiştir:

"Günahkârım fakat ben

Af isterim Rabbimden

Ya da kanımı dökecek bir vuruş isterim.

Kılınç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim.

Ta ki beni gören samimice desin

Şu savaşçıya Allah rahmet eylesin."

Yine Mûte'de ordu komutasını eline alırken şu şiiri söylemiştir:

"Nefsim bir isteksizlik var sende

Savaşacaksın dilesen de dilemesen de

Hani çoktandır yoktu sende ölüm korkusu

Ca'fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu ."

Hicret'in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için Mekke'ye girerken yanında Abdullah İbn Revâha da vardı ve şu şiiri söylemekteydi.

"Çekilin kâfirler nebinin yolundan bugün,

Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün,

Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı,

Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı."

Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah, Harem'de Allah'ın Rasûlu'nün huzurunda mı böyle karşıdakileri çatışmaya tahrik eden şiiri söylüyorsun?" demiş, Rasûlullah da: "Bırak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah'ın sözleri bu kâfirlere ok yarasından daha fazla tesir eder" buyurmuştur.

Rasûlullah, İbn Revâha için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez" buyurmuş, bâtıl sözler dışındaki şiirlerde hikmet ve yarar vardır demiştir.

Şamil İA
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
Abdullah bin Revaha

Şiir silah olunca... Abdullah bin Revâha


Fahr-i âlem’in İslâmı tebliğ ettiği yıllarda yörenin bütün gençleri şiir yazar. Ama Abdullah çok farklıdır, Hicaz gibi şair kaynayan bir diyarda öne çıkar, unutulmaz beytlere imza atar. Her edip gibi o da söylenmeyen sözleri söylemeye, yazılmayan mısraları yazmaya bakar, taaa ki... Ta ki Kur’an-ı kerimle tanışıncaya kadar.
Hani altının kıymetini sarraf bilir derler ya, ayet-i kerimeleri görünce şairliğinden utanır, karalamalarını yırtar atar. Şimdi yapılacak tek şey vardır, Allah’ın Resulünü bulmak ve ona teslim olmak.
Abdullah bin Revâha ve arkadaşları “İkinci Akabe Biatı”nda Server-i Kâinat ile buluşma şerefine nail olurlar.
Efendimiz onları nezaketle İslâm’a davet eder ve “Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şehadet etmeli, namazınızı kılacağınıza, zekat ve sadaka vereceğinize, neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözlerimi dinleyeceğinize, emirlerime boyun eğeceğinize, darlıkta ve varlıkta muhtaçlara yardımcı olacağınıza, kimsenin kınamasından korkmaksızın Allah için hakkı söyleyeceğinize, iyiliği emredip kötülüklerden sakındıracağınıza söz vermelisiniz” buyururlar.

Sadık sahabe
Medineliler sorarlar “Ya Resulallah bunları yapanlara ne var?”
-Allahü teâlâ’nın rızası ve Cennet var!
Onlar da iman ve biat eder, ikisine birden kavuşurlar.
Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) Hicreti müteakiben Muhacirlerle, Ensarı kaynaştırmaya çalışır, Revâha’nın oğlunu da Mikdâd bin Esved ile kardeş yaparlar.
Her sahabe gibi Hazret-i Abdullah da Server-i âlem’e ölümüne sadıktır. Bir keresinde mescide yaklaşmıştır ki Efendimiz cemaate “oturunuz!” buyururlar. Hazret-i Abdullah yol ortasında olmasına rağmen derhal diz çöker, hutbe bitinceye kadar kıpırdamaz. Efendimiz çok hislenir “Hak teâlâ, Allah’a ve Resulüne itaatte hırsını artırsın” buyururlar.

Oktan tesirli
O günlerde Yahudilerin başına geçen Esir bin Zürâm’a huzur batar, olmadık bahanelerle fitne kaynatır, kan dökmek için fırsat arar. Yetmez Gatfan Aşiretini de ayağa kaldırır çirkin hesaplar yapar. Abdullah bin Revâha 30 arkadaşı ile yanlarına gider ve Züram’a yaptıklarının hoş olmadığını anlatır. Onu “sükunetin tesisine” ikna eder, hatta anlaşma için Medine’ye çağırır. Züram da yanına 30 adam alarak onlara katılır. Ancak bir konak bile gitmeden cayar, geri dönmeye kalkar. Gerginlik alevlenir, Yahudiler ellerini kılıçlarına atarlar. Bu coğrafyada eller kabzaya gitti mi dönüş olmaz. Sayıları eşittir ama mücahidler tek fire vermeden Yahudi silahşörleri kırarlar. Bu fitnenin susması ile müminler çok rahatlar.
Server-i Kâinat, Hudeybiye Anlaşmasının ardından umre yapmayı arzularlar. Mekke’ye girdiklerinde şirin Kusva’nın (develerinin) yularını Abdullah bin Revâha tutar. Bir yandan yol açar, bir yandan da emsalsiz beyitlerle müşriklere çağrı yapar. Haddi zatında sahabeler Resulallah’ın yanında seslerini yükseltmez, hele hele Harem-i şerifte çıt çıkartmazlar. Hazret-i Ömer bir kaş göz hareketiyle bunları hatırlatırsa da, Efendimiz “Mani olma Ya Ömer” buyururlar: “Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki onun sözleri müşriklere ok yağdırmaktan daha çok tesir eder. Ey Revâha’nın oğlu sen bildiğin gibi yap!”

Vakit gelince
Hicretin 8 yılında Busra Emiri, Resulullah’ın mektubunu taşıyan elçiyi katleder ve durduk yerde Müslümanlara savaş açar. Efendimiz 3 bin kişilik bir ordu hazırlar, başına Zeyd bin Harise’yi atarlar. Resûl-i Ekrem “Zeyd bin Harise şehid olursa yerine Cafer bin Ebî Talib geçsin, o şehid olursa yerine Abdullah bin Revâha geçsin o da şehid olursa kumandan olarak aranızdan münasip birini seçin” buyururlar ki adı geçen mücahidlerin şehid olacakları bellidir.
Allah’ın Habibi bu orduyu “Vedâ yokuşu”na kadar uğurlar, Hazret-i Abdullah’a dönüp “Sen yarın Allah’a pek az secde edilen bir diyara varacaksın” buyururlar “orada namazları çoğalt!”
-Ya Resulallah bir nasihat daha...
-Daima Allahü teâlâ’yı zikret, zira zikr umduğuna ermende yardımcı olur.
-Başüstüne ey Allah’ın Resûlü.
-Haydi şimdi Allah’ın ismi ile gazâ edin, Allah düşmanlarıyla çarpışın. Nasranilerin kiliselerinde halktan ayrılmış kendilerini ibâdete vermiş birtakım kimseler bulacaksınız, sakın onlara dokunmayın. Ne bir kadın, ne süt emen bir çocuk, ne de bir pir-i fani ağlasın. Ne bir ağaç yakın, ne de bir ev yıkın. Sadece şeytanların yuvalandığı başları koparın!”
Abdullah bin Revâha, Efendimizi bir daha dünya gözüyle göremeyeceğinin farkındadır, hasret şimdiden dayanılmaz olur, ayrılık acısı yüreğini dağlar. Hüzünlü bir sesle: “Eyvah! Arkada kaldı Allah’ın sevgilisi / Eyvah! Uzakta kaldı dostların hayırlısı” diye mırıldanırlar.
Yola çıktıklarında Abdullah çok ağlar. Sebebini soran arkadaşına “Kur’an-ı kerim’de buyuruldu ki” der “Muhakkak biliniz ki içinizden / kimse yoktur ki geçmesin cehennemden / Şimdi o cehenneme nasıl dayanırım ben? / Mağfiret diliyorum Rahman olan Rabbimden / Vücudum al kanlara boyansın darbelerden / Naaşımı görenler desinler ‘bu ne saadet’ / Abdullah mı? Şehit olmuş nihayet!
(Not: Bu şiirlerin Arapçaları fevkalade sanatlı ve kulak okşayıcıdır. Tercümesine bakıp aldanmayın.)
 

yurdanur

Üye
Katılım
10 Haz 2006
Mesajlar
46
Tepkime puanı
0
Puanları
0
sahabe gullerinden bir tanesi iste..Abdullah bin Revaha..
sefaatlerine nail olabilmek duasiyla..
mukemmel bir paylasim, Allah razi olsun !
 

zerefşan

sustum...
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
1,224
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Konum
bensiz başkent
abdullah ibn revaha şehit olmadan önce savaş sırasında yaşadığı olayı sizlerle paylaşmak istedim.....

savaş sırasında parmağı yaralandı. Yaralanan parmağı kılıç sallamasına engel oluyordu. Atından yere indi, yaralı parmağını ayağının altına aldı ve çekip kopardı. Tereddüdü gitmemiş nefsine:
"Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren, sakındıran, hangi şeylerdir? Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, o üç talakla boşanmıştır. Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, onlar azat edilmiştir. Yok, eğer bahçenden, hurmalıklarından ileri geliyorsa, o Allah ve Rasulü'ne bırakılmıştır."dedi.
 

Ah Min'el AŞK

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2008
Mesajlar
5,481
Tepkime puanı
1,108
Puanları
113
Web sitesi
askinelinden.wordpress.com
Abdullah ibn revâha

ABDULLAH İBN REVÂHA
(- ? - Ö. 629)
anarule.gif
Akabe gününde İslâm'a giren şâir sahâbî. Nesebi Abdullah b. Revâha b. Sa'lebe b. İmriü'l-Kays b. Amr'dır. Künyesi Ebu Muhammed, ünvanı şâiru Rasûlüllah'tır. Babası Revâha, annesi Kebşe'dir.
Sahâbenin büyüklerinden ve Ensar'ın ileri gelenlerinden olan Abdullah Medine'de doğdu. Hazrec kabilesine mensup olup ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. İkinci Akabe gününde müslüman olmuş ve kabilesini temsilen Peygamberimize bey'at etmiştir.
Hicret günü Rasûlullah'a mihmandarlık etti. Muhacirlerden Mikdad b. Esved'i kardeş edindi. Aynı zamanda o, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kâtiplerindendi. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine katıldı. Hudeybiye barışı ve Umretu'l-Kaza seferlerinde peygamberimizin yanında yer aldı. Bedir savaşının zafer müjdesini Zeyd b. Hârise ile birlikte Medine'ye ulaştırdı. Bedru'l-Mev'id gazasında Rasûlullah'ın Devlet Başkanlığına vekâleten Medine'de kaldı. Hicretin 6. yılında (627) üç kişilik heyetin başkanı sıfatıyla Hayber'e gitti. Yahudilerin başkanı Üseyr b. Zârim'in Yahudilerle birlikte Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını gördü. Hayber'de üç gün kaldı. Dönüşünde gördüklerini Hz. Peygamber (s.a.s.)'e aktardı.
Yine aynı yılın Şevvâl ayında Hayber'e elçi olarak gönderildi. Yanında bulunan otuz kişiyle birlikte Hayber'e vardı. Üseyr b. Zârim ile gõrüştü. Allah Rasûlü'nün kendisini Hayber'e vali yapacağını, Medine'ye gelmesi halinde kendisine ikrâm ve ihsânda bulunacağını bildirdi. Üseyr, bu teklife memnun oldu, valiliğe heveslendi. Yanına aldığı otuz kişiyle birlikte yola çıktı. Yolda, sahâbeden Abdullah b. Üneys'in kılıcına el atarak onu öldürmek istedi. Abdullah, bunun ahde vefasızlık olduğunu bildirdi. İkinci kez yine Abdullah'ın kılıcına el attı. Bu durum karşısında Yahudilerden yirmidokuz kişi kılıçtan geçirildi. Bir kişi kaçıp kurtuldu.
Hz. Peygamber'in Basra hükümdarına gönderdiği elçinin Şam valisi Şurahbil tarafından öldürülmesi olayıyla ilgili olarak hicretin 8. yılında bir ordu hazırlandı. Bu ordunun komutasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamada bulundu: "Cihada çıkacak şu insanlara Zeyd b. Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd b. Hârise şehid olursa, yerine Ca'fer b. Ebi Talib geçsin, Ca'fer b. Ebi Talib de şehid edilirse, yerine Abdullah b. Revâha geçsin. Abdullah b. Revâha şehid olursa, müslümanlar, aralarından uygun birini seçip, kendilerine kumandan yapsınlar."
Müslümanlar bir müddet ilerlediler. Düşman ordusunun gücü ve sayıca çok oluşu Müslümanları endişelendirdi. Zeyd b. Hârise, ne yapmak gerektiği konusunda istişâre yaptı. Abdullah b. Revâha, Rumlar'la çarpışmaktan yana olduğunu bildirdi. Müslümanlar, Mûte'de savaş düzeni aldılar, çarpışmaya başladılar. Zeyd b. Hârise, vücudu mızraklarla delik deşik oluncaya kadar savaştı. Ve şehid oldu. Sancağı Ca'fer aldı. O da savaştı, şehid oldu. Ca'fer'den boşalan sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir mızrak darbesiyle yaralandı ve o da şehid ,oldu (629).
Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre, Mûte şehidleri İbn Hârise, Ca'fer ve İbn Revâha'nın şehâdet haberi geldiğinde Rasûlullah (s.a.s.) Mescid' te oturmuştu. Yüzünde hüzün ve kederin izleri görülüyordu. Bu sırada Rasûlullah'a birisi geldi ve "Ca'fer'in kadınları ağlaşıyorlar" dedi. Rasûlullah ondan kadınları çığlık atmaktan alıkoymasını söyledi. Adam gitti, ancak kadınlar ona itaat etmediler. Geriye gelip kadınların hâlâ ağlaştıklarını Rasûlullah'a söyledi. Üçüncü defa gelişinde Rasûlullah şöyle buyurdu: "Hadi git bu kadınların ağızlarına, yüzlerine toprak saç."
Hz. Abdullah b. Revâha Mûte'ye giderken evliydi, fakat çocuğu olmamıştı. Abdullah, güçlü bir hatip ve büyük bir şâirdi. Peygamberimize şiir yoluyla sataşan kâfirlere karşı onu savunan şiirler yazdı. İbn Revâha, Ka'b b. Malik ve Hassan b. Sâbit müslümanların şâirleriydi. İlk İslâmî şiirleri onlar yazdı. Onlar hakkında Şuarâ sûresinde şöyle buyrulur: "Şâirlere sapıklar uyar. Onların her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip salih ameller işleyenler Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zâlimler, yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir." (Şuarâ, 26/224-227).
Allah'ı çok zikreden işte yukarda bahsedilen hicivci üç sahâbidir. Abdullah müşriklerin küfrünü yüzlerine vuran şiirler söylerdi. Peygamberimiz onun şiiriyle ilgili olarak "Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha etkilidir" buyurmuştur.
Abdullah, Mute gazasına giderken ağlamış, sebebi sorulduğunda şöyle demişti: "Benim dünyaya karşı sevgim, sizlere karşı ziyade arzum yoktur. Ancak ben Rasûl-i Ekrem'den (s.a.s.) Meryem sûresi yetmişbirinci "İçinizden hiç biriniz hariç olmamak üzere mutlaka hepiniz Cehennem'e varacaksınız" âyetini işitmiştim. Âyette bahsolunan Cehennem'e uğradığımda halim nice olur? diye düşündüğümden ağlıyorum." Uğurlayanlardan bazıları onu teselli ederek, "Cenab-ı Hak sizleri korusun, düşman şerrini sizden uzaklaştırarak sağ salim dönmenizi nasib etsin." demişler, bunun üzerine Abdullah şu şiiri söylemiştir:
"Günahkârım fakat ben
Af isterim Rabbimden
Ya da kanımı dökecek bir vuruş isterim.
Kılınç ya da mızrakla deşilip çıkmış ciğerim.
Ta ki beni gören samimice desin
Şu savaşçıya Allah rahmet eylesin."
Yine Mûte'de ordu komutasını eline alırken şu şiiri söylemiştir:
"Nefsim bir isteksizlik var sende
Savaşacaksın dilesen de dilemesen de
Hani çoktandır yoktu sende ölüm korkusu
Ca'fer, ne güzel geliyor Cennet kokusu ."
Hicret'in yedinci yılında Hz. Peygamber Umre için Mekke'ye girerken yanında Abdullah İbn Revâha da vardı ve şu şiiri söylemekteydi.
"Çekilin kâfirler nebinin yolundan bugün,
Vururuz yoksa boynunuzu inkâr etmiştiniz dün,
Öyle bir vuruş ki ayırır gövdeden başı,
Hatırlatmaz insana ne dost ne arkadaşı."
Bunun üzerine Hz. Ömer ona: "Ya Abdullah, Harem'de Allah'ın Rasûlu'nün huzurunda mı böyle karşıdakileri çatışmaya tahrik eden şiiri söylüyorsun?" demiş, Rasûlullah da: "Bırak ya Ömer söylesin. Vallahi Abdullah'ın sözleri bu kâfirlere ok yarasından daha fazla tesir eder" buyurmuştur.
Rasûlullah, İbn Revâha için "Kardeşiniz şüphesiz bâtıl söz söylemez" buyurmuş, bâtıl sözler dışındaki şiirlerde hikmet ve yarar vardır demiştir.
Şamil İA
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
http://www.ihvanforum.org/islami-onderler/136-abdullah-ibn-revaha/

ABDULLAH BİN REVAHA (Radıyallahü Anh)

Peygamber Efendimizin, eshabı içinde çok sevdiği şairlerden.

İsmi Abdullah, künyesi Ebu Muhammed, ünvanı Şâir-i Resulullah’tır.

İkinci büyük Akabe biatında müslüman oldu.

Eshabımın herbiri, gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz. (Hadis-i şerif)


ABDULLAH BİN REVAHA (Radıyallahü Anh)

Ordu yola çıktı

Resul'ün elçisini, Mute’de, o kâfirler,
Öldürünce, topladı Eshabını o Server.

Buyurdu: (Ey Eshabım, önce Şam'a varınız.
Zeyd ibni Harise’dir sizin kumandanınız.

Eğer harp esnasında Zeyd şehid olur ise,
Cafer bin Ebi Talip kumandan olsun size.

O da şehid olursa harp meydanında eğer,
Abdullah bin Revaha emir olsun bu sefer.

O da şehid olursa, bir araya geliniz.
Münasip bir kimseyi, emir tayin ediniz.)

İsimleri sayılan şahısların, derakab,
Şehid olacağını anladı cümle Eshap.

Velakin kendileri bunları işitince,
Bu müjdeden ötürü gark oldular sevince.

Zira tek gayeleri var idi ki hepsinin,
O da, şehid olmaktı bu yolda Allah için.

Resulullah, sancağı, Zeyd ibni Harise’ye,
Teslim edip, orduyu gönderdi bu sefere.

Üçbin kişilik ordu, Muhacirin ve Ensar,
Resul'ün duasıyla, o gün yola çıktılar.

Peygamber Efendimiz, Veda yokuşu denen,
Yere kadar, onların yürüdü peşlerinden.

Ve hatta Medine’de kalan sahabiler de,
Gelip uğurladılar onları bu mahalde.

Tekbirler getirerek ayrılıyorken ordu,
Kalanlar, onlar için dualar ediyordu.

Mücahidler ufuktan kayboluncaya kadar,
Onlara, gözyaşı ve gıbta ile baktılar.

Zeyd ibni Harise'nin taşıdığı o sancak,
Dalgalanıyor idi rüzgarda sallanarak.

Abdullah bin Revaha, giderken o arada,
Şiirlerle bir şeyler söylerdi şu manada:

(Ey devem, kumluktaki şu kuyuya beni sen,
Oradan da, dört konak ileri götürürsen,

Bundan başka sefere artık çıkmayacaksın.
Zira bu cenkten sonra, sahipsiz kalacaksın.

Çünkü ben, bu savaştan geri dönmeyeceğim.
Öyle umuyorum ki, ben şehid düşeceğim.)

Sonra kendi kendini, etti ki şöyle ikaz:
(Ey Abdullah’ın oğlu, geç kaldın, hızlan biraz.

Çok yavaş gidiyorsun, bak, diğer mücahidler,
Seni, çok gerilerde bırakıp da gittiler.)

Böyle deyip, deveyi hızlandırdı az daha.
Ve şöyle söylendi ki: (Bak ey İbni Revaha!

Sen artık düşünme ki, geride malların var.
Umurunda olmasın bağ, bahçe ve hurmalar.

Zira Allah yolunda cihada gidiyorsun.
Sonunda şehidlik var, sana müjdeler olsun!)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Zeyd (r.a) aldığı onlarca yara ile şehit olarak yere düşerken sancağı hemen Cafer (r.a) aldı.

Cafer (r.a)'da savaştı ve şehit oldu.


Sancağı Abdullah b. Ravaha aldı.

Abdullah b. Ravaha sancağı eline alınca¸ atının üzerinde düşmana doğru ilerledi. Bunu yaparken¸ nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye çalışıyordu.

Bu sırada parmağı yaralandı.
Yaralanan parmağı kılıç sallamasına engel oluyordu.

Atından yere indi¸ yaralı parmağını ayağının altına aldı

ve çekip kopardı.


Tereddüdü gitmemiş nefsine:

"Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren¸ sakındıran¸ hangi şeylerdir?

Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa¸ o üç talakla boşanmıştır.

Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa¸ onlar azat edilmiştir.

Yok¸ eğer bahçenden¸ hurmalıklarından ileri geliyorsa¸ o Allah ve Rasulü'ne bırakılmıştır."dedi.


Bütün gücüyle savaşmaya¸ fırtına gibi düşmanların üzerinde esmeye başladı.

Bir müddet sonra aldığı mızrak yaraları ile yere yıkıldı.

Çok geçmeden de temiz ve şehitliği arzulayan ruhu Refîk-ı A'la'ya yükseldi.


Bu esnada¸ Mescid-i Nebi'de bulunan Allah Rasûlü haber veriyordu¸ "Zeyd b. Harise düştü ve şehit oldu..

İşte şimdi sancağı Cafer b. Ebî Talib aldı¸ işte O'nu da şehit ettiler..

İşte sancağı Abdullah b. Ravaha aldı ve o da şehit oldu.

Ve şimdi de sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı ve Müslümanlara zafer verdi."


Ne şerefli bir yolculuktu...
Ne mutlu bir anlaşmaydı...

Savaşa hep birlikte gitmişler Cennet'e hep birlikte yükselmişlerdi.

Ve Sevda Peygamberinin şu sözleriyle iltifatların en güzeline nail olmuşlardı:

"Onlar Cennet'te benim yanıma yükseltildiler."
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul

“Bana kesin söz vermelisiniz!”

Abdullah bin Revâhâ hazretleri,Peygamber efendimizin, eshâbı içinde çok sevdiği, şairlerdendir.

Hz. Abdullah bin Revâha, ikinci büyük Akabe bîatında müslüman oldu. Peygamber efendimiz ikinci Akabe gecesinde, İslâm’a dâvet ve teşvik ettikten sonra iki şartını bildirdi:

“Yüce Rabbim için şartım: O’na hiçbir şeyi eş ortak koşmaksızın ibâdet etmeniz, namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir. Kendim için isteğim de: Allahü teâlâ’nın Resûlü olduğuma şehâdet etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızdır.” buyurdu.

Abdullah bin Revâha, “Böyle yaptığımız zaman bize ne var?” diye sordu.

Peygamber efendimiz: “Cennet var”buyurdu.

Orada bulunanlar bu dâveti kabul edip, “Yâ Resûlallah! Sana nasıl bîat edelim, söz verelim” dediler.

Peygamber efendimiz: “Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına ve benim Resûlullah olduğuma şehâdet getirerek, namazı kılacağınıza, mallarınızın zekâtını, sadakasını vereceğinize, neşeli ve neşesiz zamanlarınızda sözlerimi dinliyeceğinize, emirlerime tamamıyla boyun eğeceğinize, darlıkta da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın, Allah yolunda Allah için hakkı söyliyeceğinize, iyiliği buyurup kötülüklerden sakındıracağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz.” buyurdu.

Bunun üzerine, orada bulunanlar Peygamber efendimize bîat ettiler.

Hz. Abdullah bin Revâha: “Biz, Allahü teâlâ’dan ve O’nun Resûlünden geleni kabul ettik...” dedi.

Ömrü boyunca bu sözünde durdu. Mute savaşında şehid olduğunda Resulullah efendimiz çok üzüldü. Mübârek gözlerinden yaşlar akarak; “Bende gördüğünüz üzüntü, beni hüzün içinde bırakan şey, Eshâbımın şehid olmaları idi. Bu hal, onları Cennette karşılıklı tahtlar üzerinde oturmuş kardeşler olarak görünceye kadar devam etti. Zeyd bin Hârise sancağı eline aldı. Nihayet şehid edildi. O şimdi Cennete girdi. Orada koşup duruyor. Sonra sancağı Cafer bin Ebî Talib aldı. Düşman ordularına saldırdı. Çarpıştı ve nihayet o da şehid oldu. O, şehid olarak Cennette girdi ve yâkuttan iki kanat ile dilediği gibi uçup duruyor. Câfer’den sonra sancğı Abdullah bin Revâha aldı. Elinde sancak olduğu halde düşmanlarla çarpıştı ve şehid oldu ve Cennete girdi. Onlar, Cennette altından tahtlar üzerinde bana gösterildi.” buyurdu.

“Yâ Ömer! O’na mâni olma!”
Hz. Abdullah bin Revâha, Hayber’in fethinde, Resûl-i Ekrem’in maiyetinde bulunmuş, daha sonra Hudeybiye andlaşmasının olduğu yıl yapılamıyan Umre haccını yapmak üzere Mekke’ye gitmişti. Peygamber efendimiz , Kusvâ adındaki devesinin üzerinde bulunduğu ve devenin yuları Hz. Abdullah bin Revâha’nın elinde olduğu halde en sadık arkadaşları da çevrelerinde, kılıçlarını kuşanmış bir şekilde, yürüyerek Mekke’ye girdiler.

Peygamber efendimiz umre için Mekke’ye gittiğinde, Müşriklerin ileri gelenleri; yürekleri kin, hınç ve kıskançlıkla dolu olarak, Peygamber efendimizi gözetlemek için Handeme, Kuaykıan dağına çıkmışlardı. Mekkeli erkek, kadın, çoluk çocuklar da, Peygamber efendimizle Eshâbını seyretmek için Darünnedve’de sıralanmışlardı.

Hz. Abdullah bin Revâha Kusvâ’nın yularını çekerek Peygamber efendimizin önlerinde yürümekte ve müşrikleri kötüleyen şiir söylemekte idi.

Hz. Ömer; “Ey İbn-i Revâha! Sen Resûlullah’ın önünde ve Harem-i Şerifte nasıl şiir okuyabiliyorsun” deyince,

Peygamber efendimiz : “Yâ Ömer! O’na mâni olma. Allahü teâlâya yemin ederim ki, O’nun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağıdrmakdan daha çabuk, daha çok tesirlidir. Ey İbn-i Revâha devam et” buyurdu.

Hz. Ömer sustu.

Peygamber efendimiz biraz sonra Hz. Abdullah bin Revâha’ya:

“Allahü teâlâ’dan başka ilah yoktur! Bir olan O’dur. Va’dini gerçekleştiren O’dur! Bu kuluna yardım eden O’dur! Askerlerini güçlendiren O’dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O’dur!” de! buyurdu.

Abdullah bin Revâha da şöyle devam etti:

Allahü teâlâdan yoktur başka bir ilâh,
Yoktur O’nun şeriki, lâ ilâhe illallah.
O’dur müslümanların, askerlerine güç veren,
Ve O’dur kâfirleri, dağıtan, mağlub eden.

Peygamberimiz, Hz. Abdullah bin Revâha’yı çok sever, hastalandığı zaman hemen ziyaretine gider, hâl ve hatırını sorardı. Bedir’den başlıyarak, şehid olduğu Mûte savaşına kadar Peygamberimizin iştirak etmiş olduğu bütün savaşlarda bulunan Hz. Abdullah bin Revâha, Peygamber efendimizin şâir ve hatiplerindendi.

Kendisi “Vahiy katibiydi.” Şâirlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir edilirdi. Peygamber efendimiz , onun şiirlerini beğenirdi ve bu işirlerin düşmana ok atmadan daha tesiril olduğunu beyan ederdi.

Peygamber efendimiz onunhakkında, “Cenâb-ı Hak, Hz. Abdullah bin Revâha’ya rahmet eylesin. Melâike onun meclisi ile iftihar ederlerdi” buyurdu.


“Kadınlara, çocuklara, yaşlılara dokunmayın!”

Hicretin sekizinci senesinde, Mûte savaşı oldu. Resûl-i Ekrem Busra reîsi olan Emîre bir mektup göndererek O’nu İslâmiyyete davet etmişti, bunlar, Resûl-i Ekrem’in elçisine hüsn-i kabûl göstereceklerine elçiyi katletmişler, müslümanlara karşı harp yapacaklarını ilân etmişlerdi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem 3000 kişiden, meydana gelen bir kuvvet hazırlamış onu Zeyd bin Hârise’nin kumandasına vermişti.

Ordu gitmeğe hazırlandığı sırada, Hz. Abdullah bin Revâha, peygamber efendimizin yanına varıp vadalaştıktan sonra: “Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmayacağım bir şeyi emir ve tavsiye buyurur musunuz? dedi.

Peygamber efendimiz O’na: “Sen, yarın Allah’a pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın, orada secdeleri, namazları çoğalt!” buyurdu. Hz. Abdullah bin Revâha, “Yâ Resûlallah! Bana, nasihatini artırır mısınız? dedi.

Peygamberimiz : “Allahü teâlâyı dâima zikret, hatırla çünki, Allah’ı zikir, umduğuna ermende sana yardımcı olur” buyurdu.

Peygamber efendimiz , Seniyyet’ül Vedâ’da mücahidlerle vedalaştı. Onlar; “Haydi Allah’ın ismi ile gazâ ediniz. Allah’ın ve sizin Şam’da bulunan düşmanlarınızla çarpışınız! Orada nasrânîlerin kiliselerinde, halktan ayrılmış kendilerini ibâdete vermiş, bir takım kimseler bulacaksınız, sakın onlara dokunmayınız! Siz, ne bir kadını, ne süt emen bir çocuğu, ne yaşlanmış bir pîr-i fâni’yi öldürecek, ne bir ağaç yakacak veya kesecek, ne de bir ev yıkacaksınız.” buyurdu.

Hz. Abdullah bu savaştan geri dönemedi, şehid oldu.


Hz. Abdullah bin Revâha, dinine son derece bağlı, dünya malına ve rütbesine kıymet vermezdi. Allahü teâlâya ibâdet etmekte ve Peygamber efendimizin emirlerini ölüm pahasına da olsa yerine getirmekte eşine az rastlanırdı. Şehid edildiği Mute savaşında bunu gösterdi; 3 bin kişilik asker ile 100 bin kişilik Rum askerin üzerine yürümekten çekinmedi. Tarihte eşine az rastlanır kahramanlıklar gösterdi.


Bir defasında, Peygamber efendimizin , hutbe okurken cemaate “oturunuz” buyurduğunda, Hz. Abdullah bin Revâha, mescidin dışında bir yerde bulunuyordu ve hemen olduğu yerde oturdu, hutbe bitinceye kadar, hiç kımıldamadan orada bekledi. Onun bu hareketi, Peygamberimize ulaştırılınca, Peygamber efendimiz, “Allahü tealâya ve Resûlüne gösterdiğin itaatde Allahü teâlâ hırsını artırsın” buyurdu.
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
ABDULLAH BİN REVAHA (Radıyallahü Anh)

Peygamber Efendimizin, eshabı içinde çok sevdiği şairlerden.

İsmi Abdullah, künyesi Ebu Muhammed, ünvanı Şâir-i Resulullah’tır.

İkinci büyük Akabe biatında müslüman oldu.

Eshabımın herbiri, gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz. (Hadis-i şerif)


ABDULLAH BİN REVAHA (Radıyallahü Anh)

Ordu yola çıktı

Resul'ün elçisini, Mute’de, o kâfirler,
Öldürünce, topladı Eshabını o Server.

Buyurdu: (Ey Eshabım, önce Şam'a varınız.
Zeyd ibni Harise’dir sizin kumandanınız.

Eğer harp esnasında Zeyd şehid olur ise,
Cafer bin Ebi Talip kumandan olsun size.

O da şehid olursa harp meydanında eğer,
Abdullah bin Revaha emir olsun bu sefer.

O da şehid olursa, bir araya geliniz.
Münasip bir kimseyi, emir tayin ediniz.)

İsimleri sayılan şahısların, derakab,
Şehid olacağını anladı cümle Eshap.

Velakin kendileri bunları işitince,
Bu müjdeden ötürü gark oldular sevince.

Zira tek gayeleri var idi ki hepsinin,
O da, şehid olmaktı bu yolda Allah için.

Resulullah, sancağı, Zeyd ibni Harise’ye,
Teslim edip, orduyu gönderdi bu sefere.

Üçbin kişilik ordu, Muhacirin ve Ensar,
Resul'ün duasıyla, o gün yola çıktılar.

Peygamber Efendimiz, Veda yokuşu denen,
Yere kadar, onların yürüdü peşlerinden.

Ve hatta Medine’de kalan sahabiler de,
Gelip uğurladılar onları bu mahalde.

Tekbirler getirerek ayrılıyorken ordu,
Kalanlar, onlar için dualar ediyordu.

Mücahidler ufuktan kayboluncaya kadar,
Onlara, gözyaşı ve gıbta ile baktılar.

Zeyd ibni Harise'nin taşıdığı o sancak,
Dalgalanıyor idi rüzgarda sallanarak.

Abdullah bin Revaha, giderken o arada,
Şiirlerle bir şeyler söylerdi şu manada:

(Ey devem, kumluktaki şu kuyuya beni sen,
Oradan da, dört konak ileri götürürsen,

Bundan başka sefere artık çıkmayacaksın.
Zira bu cenkten sonra, sahipsiz kalacaksın.

Çünkü ben, bu savaştan geri dönmeyeceğim.
Öyle umuyorum ki, ben şehid düşeceğim.)

Sonra kendi kendini, etti ki şöyle ikaz:
(Ey Abdullah’ın oğlu, geç kaldın, hızlan biraz.

Çok yavaş gidiyorsun, bak, diğer mücahidler,
Seni, çok gerilerde bırakıp da gittiler.)

Böyle deyip, deveyi hızlandırdı az daha.
Ve şöyle söylendi ki: (Bak ey İbni Revaha!

Sen artık düşünme ki, geride malların var.
Umurunda olmasın bağ, bahçe ve hurmalar.

Zira Allah yolunda cihada gidiyorsun.
Sonunda şehidlik var, sana müjdeler olsun!)
 

dostluk

Kıdemli Üye
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
5,663
Tepkime puanı
304
Puanları
0
Yaş
50
Konum
istanbul
Zeyd (r.a) aldığı onlarca yara ile şehit olarak yere düşerken sancağı hemen Cafer (r.a) aldı.

Cafer (r.a)'da savaştı ve şehit oldu.

Sancağı Abdullah b. Ravaha aldı.

Abdullah b. Ravaha sancağı eline alınca¸ atının üzerinde düşmana doğru ilerledi. Bunu yaparken¸ nefsini kendisine boyun eğdirmeye ve bazı tereddütlerini gidermeye çalışıyordu.

Bu sırada parmağı yaralandı.
Yaralanan parmağı kılıç sallamasına engel oluyordu.

Atından yere indi¸ yaralı parmağını ayağının altına aldı

ve çekip kopardı.


Tereddüdü gitmemiş nefsine:

"Ey nefis! Şehit olmaktan seni çekindiren¸ sakındıran¸ hangi şeylerdir?

Eğer çekingenliğin hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa¸ o üç talakla boşanmıştır.

Kölelerinden mahrum kalmaktan ileri geliyorsa¸ onlar azat edilmiştir.

Yok¸ eğer bahçenden¸ hurmalıklarından ileri geliyorsa¸ o Allah ve Rasulü'ne bırakılmıştır."dedi.


Bütün gücüyle savaşmaya¸ fırtına gibi düşmanların üzerinde esmeye başladı.

Bir müddet sonra aldığı mızrak yaraları ile yere yıkıldı.

Çok geçmeden de temiz ve şehitliği arzulayan ruhu Refîk-ı A'la'ya yükseldi.


Bu esnada¸ Mescid-i Nebi'de bulunan Allah Rasûlü haber veriyordu¸ "Zeyd b. Harise düştü ve şehit oldu..

İşte şimdi sancağı Cafer b. Ebî Talib aldı¸ işte O'nu da şehit ettiler..

İşte sancağı Abdullah b. Ravaha aldı ve o da şehit oldu.

Ve şimdi de sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı ve Müslümanlara zafer verdi."


Ne şerefli bir yolculuktu...
Ne mutlu bir anlaşmaydı...

Savaşa hep birlikte gitmişler Cennet'e hep birlikte yükselmişlerdi.

Ve Sevda Peygamberinin şu sözleriyle iltifatların en güzeline nail olmuşlardı:

"Onlar Cennet'te benim yanıma yükseltildiler."
 
Üst