Abdulkadir Turan - Türkiye'nin Charlie Sever Solcularına

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Abdulkadir Turan - Ya korkusuz aristokrasi ya anarşik demokrasi!

Uludere vakası, vuku bulduğu günden bu yana hep “hata” yönüyle konuşuldu. Vaka, tarihi gerçeklerden ve yapay ulusal sınırların yol açtığı sorun ve felaketlerden soyutlandı.

Sınır niye var? Kaçakçılık nedir? Böyle ağır bir olayın merkezinde neden yine kaçakçılar var?

Yeteri kadar konuşulmadı; sorunun tarihsel arka planı yeteri kadar irdelenmedi.
Avrupa’nın vizesiz hayatı bize tatlı bir düş gibi anlatılır. İngiltere’den çıkan birinin İtalya’ya kadar özgürce dolaşması, dolaşım hakkının engellere takılmaması bize bir rüya gibi gelir.

Bir zamanlar, Buhara’dan yola çıkan bir gezgin, bir alim, bir tüccar, kabilesinden ayrılan bir aile, rızık peşindeki bir demirci, bir usta, Mısır’a, Cezayir’e, Fas’a kadar gidebiliyor; Meşrikten Mağribe yol alabiliyordu. İmam Buharî, hadisleri böyle topladı, İbn-i Batuta dünyayı böyle gezdi; Müslüman tüccarlar Endonezya, Malezya odalarına böyle ulaştı.

Oysa Avrupa’da mezhep farkı, ulus farkı, bazen prens farkı, bir ülkeden diğerine adım atmayı imkansız kılıyordu. Buna kalkışan tespit edildiğinde “sınırları aştığından” canından oluyordu. Belki “sınırları aşmak” deyimi bile oradan geliyor. Masonların mimari ile ilişkisi de bu gerçeği anlatıyor: Avrupa’da “serbest dolaşım hakkı”, Batı’nın zenginleşme ve yapılaşma sürecinde sadece (çok değerli bir meslek haline gelen) inşaat ustalarına tanındığından Masonlar şeytani ağlarını kurup örgütlenmelerini tamamlamak için inşaat ustalığını meslek ediniyor.

Batı, daha da güçlenip ipler o usta Masonların eline geçince kendisini yüzyıllarca geri bırakan, iç çatışmalara, katliamlara sürükleyen ne kadar milliyetçi, mezhepçi, sınırlamacı, eziyet verici bela varsa hepsini başımıza sardı. Kendisini boğan ne kadar kalıp varsa onları bizim başımıza geçirdi. “Ulus devlet sınırları” da bu belanın eseridir.

Ulus devlet süreci başlayınca Türkiye, etrafını adeta demir ağlarla ördü. Yüzyıllarca “vatan” diye sabit bir yeri, “maddeyi” değil; “Darülislam” diye anılan manayı bilen Müslüman halk, bir anda kendisini sınırlarla çevrelenmiş buldu. Baba bir ülkede kaldı, oğul öteki ülkede... Kümes bir ülkede, tavuk öteki ülkede... Mera bir ülkede, sürü öteki ülkede... Bakkal bir ülkede, müşteri öteki ülkede... Ticarethâne bir ülkede, tüccar öteki ülkede...

Ve bundan “kaçakçılık” diye tanışık olmadığımız bir şey doğdu. Kimi zaman bir yük buğday taşıdı kaçakçılar; kimi zaman birkaç kilo çay, kimi zaman eğitimini Suriye’de Irak’ta tamamlayıp köye gelecek olan seydanın kitaplarını...

Bu uğurda mayınlı tarlalardan geçmeyi, operasyon alanlarına düşmeyi, çetelere haraç ödemeyi, “Alan da veren de mel’undur” hadisini bile bile hudut birliklerine rüşvet vermeyi göze aldı.

Uludere, o göze alışlardan bir göze alıştır. Yük eskiden tütündü, bugün sigara olmuş; çıraya konacak gazyağıydı, mazot olmuş, ne fark eder?

Biz, “ulus devlete” yabancıyız, hepimiz İslam iken aramızda sınır mı olur? Ne mirler ne padişahlar gördük, hiçbiri aramıza sınır koymadı, bu kalıbı başımıza geçirmedi. Batı’nın sınırları, sınırlamaları bize dar geliyor.

Ne çok adam gibi adam öldü, bu kalıbı kırıp o sınırları geçerken... “Seninle Suriye’ye inip ilmimi orada tamamlayayım” diyen 20’lik, gencecik feqiye “Hay başım gözüm üstüne, bize bu dünyadan kalacak olan odur, sana yardımım Sırat Köprüsü’nde bana passaport olur inşaallah” deyip o gencecik feqiyi, ilim talibini sınırdan geçirirken mayın tarlasında can veren nice adam...

Dünya değişti, vahşi Batı, hayal edilen topraklara dönüştü ama mayın tarlaları aramızda olduğu gibi duruyor. Bu teknoloji çağında sınırları halâ on binlerce asker ve “sayısı belirsiz” mayın koruyor.

Binlerce cana mezar olan Suriye sınırı mayınları bile olduğu gibi duruyor. Memleketin en verimli toprakları, Türkiye’nin NATO Konseptinin içine girmesinin hemen ardından mayın mezarlığına dönüştürüldü.

Batı işin içinde olmadan Türkiye, Suriye’ye ya da Suriye Türkiye’ye saldırabilir miydi? İkisi de birer ulus devlet, hatta “coğrafik ulus devlet” değil miydi? Öyleyse bu mayınlar neye yarıyordu? Bizim birbirimizden farklı olduğumuzu ve kendimizi birbirimizden korumak için Batı teknolojisine, Batı “emirkulluğuna” muhtaç olduğumuzu anlatmaktan başka ne iş görüyordu?

Bir zamanlar Refahyol hükümeti, temizleyeceğiz, dedi, hükümet gitti, mayın mezarlığı yerinde kaldı. Ak Parti’nin de en önemli hedefleri arasındaydı bu gayrımeşru mezarlığı kaldırmak...

Her şey sözde kaldı. Belli ki o mayınların “ulusal” ve “uluslararası” derinliği var.

Muğlalı Vakası, İran sınırında yaşanmış; Uludere Vakarı Irak sınırında... Ne fark eder? Uludere Vakası’nda o “ulusal” ve “uluslararası” derinliği arayanlar asla yanlış bir arayış içinde değiller.

Uludere’de ebedi aleme geçenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabr-ı cemil dilerken bu vakanın İslam’ın sağladığı "serbest dolaşım hakkını” kimin tarafından elimizden alındığının anlaşılmasına katkıda bulunmasını umuyorum.

Abdulkadir Turan / doğruhaber gazetesi
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Kontrollü "Kontrolsüz güçler" savaşı




Hiçbir kamuflaj yatırımı, gerçeği saklamaya yetmez. İslam dünyası topyekün bir saldırıyla karşı karşıyadır.
Bu saldırının belki en planlı yanı, “plansızlık görüntüsü”dür. Bu saldırıda yaşananların kendiliğinden geliştiği kanaati oluşturmak için en ince ayrıntısına kadar her şey planlanmış.
Fehmi Koru’nun Afganistan’la ilgili bir yazısında belirttiği üzere “Düşman bu sefer tecrübeli” Kendi sömürgecilik tarihinden de halkların sömürgeciliğe karşı direniş tarihinden de çok tecrübe biriktirmiş, kendince “direniş psikolojisinin sırlarını” ele geçirmiş. Halkları uyandıracak hataları (!) tekrarlamamaya çalışıyor.
Gerçeklerden kaçmak için onları saptırma alışkanlığı geliştiren bir psikolojide her şey normal görünüyor. Hatta sevindirici gelişmelerle karşı karşıyayız. “Hürriyet üzerine kurulu” Amerika, Müslümanları hürriyete kavuşturmak için milyar dolarlarını harcıyor, bu uğurda askerlerinin tabutlarını kendi ülkesinde karşılamayı bile göze alıyor. Anonim ifade tarzıyla, hürriyet uğruna “canına da malına da kıyıyor.”
Ancak savaşın ardındaki inanç, ideoloji, düşünce ve amaçların teşhiri ile günü birlik saldırıların biçim benzerliği ve artlarında yapılan açıklamalar düşmanı ele veriyor. Vakanın gerçeğinde,
Gayri nizami görüntüsü verilen nizami bir savaşla karşı karşıyayız.
En ince ayrıntısına kadar planlanmış bir sözde “plansızlık”la karşı karşıyayız.
Kuralları katı bir bürokrasice belirlenmiş, bir sözde “kendiliğinelik”le karşı karşıyayız.
Çavuş-erat ilişkisine kadar örgütlenmiş, bir sözde “örgütsüzlük”le karşı karşıyayız.
Bütün malzemeleri öngörülmüş, aşamalara göre kullanıma hazırlanmış bir sözde “bulunduğunu kullanma keşmekeşi”yle karşı karşıyayız.
Bu savaşın belki en nizami yanı, en planlı yanı, en örgütlü yanı “Aman Müslümanlar uyanmasın. Müslümanlar, sakın savaşın nihai amacını sezmesin” titizliği içinde yürütülüyor.
Bu, modern bir Haçlı Seferi’dir. İslam dünyasında “ulusalcı” denen diktatör tipinden, Saddam’ın tutumlarına, o tutumlardan Irak işgaline, o işgalden bugüne “bu seferde” her aşama belirlenmiş. Bu savaşın en gözde malzemesi, hangi taraftan olursa olsun, öngörülen çılgın tutumlarıdır. Bu seferin her aşamasında en çok bu “kontrolsüz güçler”den yararlanılıyor. Sözde kontrolsüz, gerçekte sonuna kadar tasarlanmış, eylemlerinin her neticesi hesaba katılmış güçlerdir bunlar.
Afganistan’ın Kandahar kentinde bir Amerikan askeri 20’ye yakın Müslümanı kurşuna diziyor. Bu kontrolden çıkma gibi gösterilse de vakanın ardından bu yönde açıklamalar yapılsa da eylemin neticesinden memnun kalınıyor. Bu asker bu katliamı yapacak psikolojide üretilmiş. Onun eylemi, hem Müslüman kitlelerde korku oluşturuyor, tasarlanmış bir tedhişe yol açıyor. Hem de Amerikan liderlerine özür gösterisinde bulunma, insancıl görünme imkânı oluşturuyor. Bu oyun, bu savaşın her cephesinde aynı şekil üzerine sahneleniyor.
Saddam, durmadan saldırıyordu.O sadece bir çılgındı. Kandahar’daki Amerikan askeri sadece çılgın... Hollanda’daki faşist parti lideri Wilders’in Amerikan-israil cephesi parasıyla siyaset yaptığı tespit edilmiş. Ama o sadece bir çılgın... Kur’an-ı Kerim yakmaya kalkışan rahip çılgın... Hz. Peygamber’e karşı karikatürle savaşanlar çılgın... Gazze’ye saldıran Liberman-Netenyahu ikilisi çılgın... Ve bunlar hep sadec kontrolsüz güçler (!)...
Bir savaşta çılgınların kullanılması, o savaşın gelişigüzel geliştiğini ifade etmiyor, aksine o savaştaki tedhişin sınırsızlğını ifade ediyor. O savaşı yürütenlerin nihai hedefe ulaşmak için her tür malzemeyi mubah sayma hırsını, katliamları araç edinme futürsuzluğunu ortaya koyuyor.
Amerika’nın sözde “Din Özgürlüğü Raporu”nda Avrupa’daki Müslümanlar yok sayılıyor. Bu, vicdanî bir etkinlik...
Emperyalizme hizmetindeki öncü rolü tescilli, Yahudi sermayeli Amerikan sinemasından bir aktör, kendisini Sudan Büyükelçiliği önünde polise kelepçelettiriyor. Gündemden düşen Sudan’ı doyumsuz iştaha hatırlatıyor. Bu, sanatçı duyarlılığı...
İslam aleyhtarı yayın yapan Amerikan haber ajanslarının hahamlarca kurulduğu ortaya çıkıyor. Bu, sadece habercilik...
Bunların hepsinin arkasında Amerika-israil duruyor. Ama bütün bunlar, birbirinden yüzde yüz bağımsız. Bunların hiçbir örgütlenmesi sözkonusu değil (!)... Buna kim inanır?
Bu, genişliği Müslümanların bulunduğu her noktaya varan, uzunluğu İslam’ın yeryüzünden silinmesine tasarlanan topyekün bir savaştır. Bir imha savaşıdır. Bu savaş, elbette planlayıcılarının başarısızlığıyla neticelenecektir. Ancak bu onların plansız, örgütsüz ve tedbirsiz olmalarından değil, İslam’ın insanı gafletten uyandırma gücünün dipdiri oluşundan kaynaklanacaktır.
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Ya korkusuz aristokrasi ya anarşik demokrasi!


Kâfirler, bireysel anlamda bir Müslüman’ı sevebilir. Ama küfran topluluk psikolojisi, bir Müslümanı sevmeye uygun değildir. Geçmişte “kâfirler sevmiyor” diye bazı Müslümanları sevmeme kararı alanlar, bugün yaşananlardan sonra kendilerini gözden geçirmek durumundalar.

İslam dünyası ağır bir diktatörlük sürecinden geçti. Bugün oluşturulmak istenen, o diktatörlük sürecinden sonra bir “anarşik demokrasi” dir.

İslam dünyasını içeriden yönetmeyi imkânsızlaştıran bir anarşik demokrasi… Maksimum düzeyde bir parçalanma ve hem o parçalar arası hem de parçaların kendi içinde gerekli bir çatışma…

Ortaya çıkarılmak istenen, bir “ebru” değil, gözleri bağlanmış dövüşçülerin savaşlarını anlatan bir resim…
Düzensizliğe hizmet edecek her yapıya bu resimde yer vardır. Bu resimdeki her figüre bir miktar enerji verilir.
Rahatlıkla “dünya küfür sistemi” diye adlandırabileceğimiz uluslararası sistem, oyun tarzında anarşik karakterlidir. Kendi kanununu, kendi ana coğrafyasını sağlama alırken kendi dışındaki dünyada en ağır düzensizlik, onun için en iyi düzendir; en anarşik yapı onun için en olgun müdahale fırsatıdır.

Bu sistem, kendi dışındaki dünyada karmaşıklığı imkân biliyor; müdahale edemediği yerde anarşi yoksa orada anarşi doğuruyor, anarşik bir süreç sona erse yeni dönemde müdahalelerine zemin hazırlayacak figürleri yokluyor, onların istikrar bozma gücünü test ediyor, bundan sonra onlardan ne ölçüde yararlanabileceğinin hesaplarını yapıyor.
Bu, sömürge dönemini sürdürmek için üretilen bir çözümdür. Yeni dönemde sömürgenin ideolojisi liberalizmdir, insani makyajı “ insan hakları”dır.

Gerçek anlamda post modernist bir durumla karşı karşıyayız. Modernizm tek seçeneklidir; işgalde güce, ideolojide çağdaşlığa dayalı bir sistemdir. Onun ne yapıyor olduğunu ve ne yapacağını anlatmak kolaydır.
Modernistlerin yeni politikası post-modernizm ise çok seçeneklidir, bunun için kafa karıştırıcıdır. Ne genişlikte bir tespit yaparsanız yapın, tespitiniz bazı unsurları dışarıda bırakır, tespitinizde ne kadar haklı olursanız olun bazı itirazları haklı çıkarır. Bu, liberalizmin yapısıyla birebir ilgilidir.

İslam toplumlarının “İslami özgürlük” talebi, şeytani bir çarpıtmayla batılı anlamda bir özgürlük talebi olarak algılatıldı. Müslümanlar diktatörlüklere karşı İslami bir yaşam için özgürlük ararken, uluslararası güçler onun yerine “liberal özgürlüğü” öne sürdüler.

Hedef, oyunu kendi alanlarına çekmekti; değişime destek görünerek kendilerinin ideoloji olarak ve insan unsuru olarak değişimin içinde olduklarını, kendileri olmadan değişimin olmayacağını göstererek değişim sonrasına ortak olmaktı. Bugün değişim sonrasında işbaşına gelenlerden hem “katkı payı” alıyorlar, hem onlara karşı yeni güçler üretme imkânı bularak onları tehdit ederek şantajla yeni çıkarlara ulaşıyorlar ve aynı zamanda istikrarsızlığı besliyorlar. İstikrarsızlık onların mutlak hedefidir, onların İslam dünyasında yaşam alanıdır, hayat kaynağıdır.

Diktatörlüklere karşı, her özgürlük talebi bir noktaya kadar diğer özgürlük talepleri ile örtüşür. Ancak o noktadan sonra her talep kendi rengini alır ve zıt talepler birbiriyle çatışma sürecine girer. “Liberal özgürlük” talebi, başlangıcı itibariyle kulağa hoş geliyor, istikrarı sağlaması şartı ile sivil toplum imkânı da verir. İmkân genişliği her zaman İslam’dan yanadır. Müslümanlar, küçük bir imkânı bile genişletmeyi, büyütmeyi her zaman bildiler. Bugün İslami hayatın, eski Sovyet yapılanması içinde olmayan coğrafyada o yapılanma içinde yer alan coğrafyalardan daha iyi durumda olması, bunun en güzel kanıtıdır.

Ne var ki uluslararası sistemin İslam dünyasında istediği, “liberal özgürlük” bile değildir.

YA KRALLAR YA SERSERİLER!

Değişime zorbalıkla ortak olmak isteyen uluslararası sistemin önerilerine baktığımızda, ilk anda bir “ebru” önerildiğini sanıyorsunuz. “Ebru” renklerin nerdeyse doğal bir karışımından oluşan, tabii bir dengeyi yansıtan, huzur hissi uyandıran bir sanattır. “Ne güzel hepimiz bir arada geçinip gideriz…” diyorsunuz. Ama gelişmelere baktığınızda, oluşturulmak istenen çeşitlilikteki dengesizliği fark ettiğinizde önerilenin bugünkü Batı’da farklı kesimleri bir arada tutan “liberal demokrasi” bile olmadığını, İslam dünyasına Batı’nın kendisinden kurtulması için 100-150 yılını heba ettiği “anarşik demokrasi” olduğunu tespit ediyorsunuz.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar Batı’nın birikimini kanlı çekişmeler içinde tüketen iki sistem vardı: Kokuşmuş aristokrasi ve ona karşı çıkarken türemiş anarşik demokrasi… Batı, kokuşmuş aristokrasi ile problemini daha 1. Dünya Savaşı’nda bitirdi gibi, ama bugün bile yer yer “anarşik demokrasi” ile uğraşmak zorunda kalıyor.

Biz buna, “ya krallar ya serseriler” diyebiliriz. Batı, zalim kral ve prenslerden kurtulmak isterken serserilerin, fikirli-fikirsiz çılgınların koltuk savaşı verdiği bir ortama sürüklenmişti.

Bugün aynı süreç İslam dünyasına yaşatılmak isteniyor. Körfezdeki Arap ülkelerini kapsayan çok dar bir alan kokuşmuş aristokrasiye bırakılırken geriye kalan bütün İslam dünyası başıbozukluğun hâkim olduğu anarşik bir demokrasiye teslim edilmek isteniyor. Eski Yunan devletlerini andıran, bizde ise Selahaddin öncesi çağda görülen birbiriyle ve kendi içinde çatışan şehir devletlerinden oluşan, dış müdahaleye açık, varlığı dış desteğe bağlı tarafların oyun alanı bulduğu, yer yer maddi olarak tatmin eden, yer yer manevi olarak da ümit veren ama bütün olarak uluslar arası sistemin işini kolaylaştıran başka işe yaramayan bir yapı… Kur’an-ı Kerim’e, Allah’ın emrine aykırı bir yapı…

Bu yapı, post modernist özelliğiyle çok karmaşık… Bu tespiti yaparken “diktatörlük yanlılığı” gibi bir izlenim oluşuyor. Diktatörlüklere karşı çıkarken de anarşik bir demokrasi “çıkmaz sokak” şeklinde ayarlanmış.

Bu çıkmaz sokaklara saplanmamanın yolu; bu düzeneğin dışına çıkmak, İslam dünyasının “mutlak özgürlük” değil “İslami özgürlük” talebinde olduğunu ilan etmek ve bu yöndeki istikrarı, istikrarı sağlayıcı gelişmeleri önemsemektir. Bugün İslam dünyasının herhangi bir noktasında istikrar varsa ve istikrarın aktörleri “İslami özgürlük” endişesi olan insanlarsa mevcut durum ne olursa olsun sonuç selamettir; noktada bugüne değil, geleceğe bakmak daha doğrudur. Şu anda İslam dünyası için istikrarsızlıktan daha büyük bir tehdit görülmemektedir. Ulaştığı teknolojik düzeyle dünyanın herhangi bir yerinde bir genci bilgisayarı başında bir robot gibi kurup başka gençlerle bir araya getirerek onları sokağa döken, ardından onları sokaktan toplayıp evlerine iade eden bir uluslararası sistemle karşı karşıyayız. Uluslararası sistem, tabiat kanunlarından sonra toplum kanunlarını da keşfettiğine inanıyor ve insanı kendi sınırsız çıkarları doğrultusunda dilediği gibi yönlendirebileceğini düşünüyor.

Bu, adım adım Deccalleşmedir. Deccalleşmeye karşı koyabilmenin tek yolu, mutlak bir şekilde ilahi nizama dönmektir. Hiçbir sentez, bu yapıya karşı ilahi nizamın işlevini göremez. Bu yapıya karşı çıkanlar, ancak ilahi nizam talebinde iseler doğru yoldadırlar. Aksi halde bu yapının bir ortağı veya kölesidirler.

İSLAM DÜNYASI NEDEN İSTİKRARSIZ?

Bugünkü uluslararası sistem, tarihin değerlendirilmesiyle var olan bir siyaset aklıdır ve bu tarihi değerlendirmede düşman arayışı dönüp dolaşıp İslam’a dayanıyor:

Müslümanar, İslam’ın daha ilk yüzyılında neredeyse Endülüs’ü aşıp bütün Avrupa’yı fethediyorlardı.
Müslümanlar, Avrupa’daki Hıristiyan manevi yükselişin doruğunu temsil eden Haçlı ordularını yenerek Hıristiyan maneviyatın İslam’ı yenemeyeceğini ispatladılar.

Müslümanlar miladi 15. yüzyılda İstanbul’u alarak doğu Hıristiyanlığının siyasi iktidarına son verdiler. Sonraki süreçte de Viyana kapılarına dayanarak Batı Avrupa’nın kapılarını sonuna kadar zorladılar. Güneyde de Vatikan’ın yanı başına kadar ulaştılar.

Sanayi çağıyla maddi gücünün doruğuna çıkan Avrupa, dünyanın diğer bölgelerini kolayca işgal ederken İslam’ın sert direnişiyle karşılaştı. Haçlı savaşlarında onun manevi gücü yenildiği gibi modern işgal döneminde onun maddi gücü de yenildi.

Bugün postmodern çağa geçerek maddi-manevi (sert-yumuşak güç, askeri güç, demokrasi ve insan hakları) güç karışımı ile dünyayı yönetmeye devam edebileceğini düşünen bir sistemin kendi tarihi düşmanını rahat bırakması onun için akıl kârı değil.

Modern Batı, bir nehirde iki kez yıkanmayacağını düşünüyor. Geçmiş geri gelmez, diyor. Kendisi üzerinde ağır bir baskı kuran Katolik Kilise’nin siyasetten çekilmesiyle ‘siyasi bir aktör olarak’ dinin geçmişte kaldığına inanıyor. ‘Düzen’ tarifini ona göre yapıyor.

Bu anlayışla İslam kaynaklı her tür siyasi başarıyı ‘düzenin bozulması’ olarak okuyor, ‘anormal’ görüyor; bu başarı Batı’dan ithal yöntemlerle elde edilmişse bunu ‘işlev bozukluğu’ olarak değerlendiriyor. Bir süre bu ‘anormal’ duruma katlansa da neticede onu aşılması gereken bir yol kazası, tedbir alınıp giderilmesi gereken bir bozukluk olarak defterine kaydediyor. Bunun için İslami istikrarı engelleyecek sürekli bir müdahale ajandası oluşturuyor.

Müslümanlar, son yüzyıllarda peş peşe yenildiler. Bu yenilgi, iki ağır netice doğurdu: Özgüven-güven yoksunluğu ve korku.
Müslümanlar her yenilgiden ya kendilerini ya kardeşlerini sorumlu tuttular ve daha büyük bir felaket korkusuyla Batı’nın kapısına düştüler. Bu, Batı için İslam dünyasında büyük bir oyun alanı doğurdu. Bugün de İslam dünyasının her karış toprağında bu oyun, kavgalı köylülerin birbirlerini sürekli karakola şikâyet ederek jandarmanın köy üzerinde hâkimiyet kurmasını andıran bir yapı üzerinde sürdürülüyor.

Bu düzenekte karakolun ‘mutlak adamı’ yoktur, köyün her adamı yöneten veya yönetilen olarak karakolun köye müdahalesini kolaylaştıran bir araçtır sadece.

YAŞANANLARDAN DERS ALMAK

Son dönemde yaşananlardan şu sonuçlara varmak mümkündür:
İslam dünyasında uluslararası sistemin Müslümanlardan ‘mutlak dostları’ yoktur. Bu sistem coğrafyaları, devletleri paylaşmış olabilir ama kişiler bazında ‘stratejik dostluklar’ tanıyor görünmemektedir. Kendisini onun stratejik dostu zannedenler, ondan gelecek tokatlara kendilerini hazırlamak zorundadırlar. (Çünkü sistem, eşitliği tanımıyor; hizmetkârlığı biliyor.)

Batı’nın özgürlük anlayışı, kendi coğrafyasında bir arada tutma işlevi görse de İslam dünyasında ‘haram duvarı’na çarptığından işlevsel değildir. Dolayısıyla İslami özgürlük talepleriyle Batılı anlamda özgürlük taleplerini ‘sürekli bir buluşturma’ içine almak mümkün değildir.

Ebru, bir İslam sanatıdır. İslam dünyası farklılıklara yaşam hakkını kendi değerleri içinde arayarak oluşturmak durumundadır.

Müslümanlar hep ‘suçlu’ oldukları için değil, ‘suçlu’ görüldükleri için, ‘suçlu’ sınıfına kaydedildikleri için ’suçlu’ kabul edildiler.

Geçmişte ‘Basın diyor ki – Basından öğrendiğimiz kadarıyla’ diyerek Müslümanı ‘gâvur sözüyle’ değerlendirenler; ön adı Jasef olan, Abraham olan uluslararası uzmanlardan İslam gerçeğini öğrenen güvenlik danışmanlarının sözlerine değer biçenler, bu değerlendirmeleri ile vardıkları yanlış kararları düzeltecek (hiç olmazsa kendi tecrübelerinden sonra) girişimlere niyetlenmelidirler.

Kâfirler, bireysel anlamda bir Müslümanı sevebilir. Ama küfrün topluluk psikolojisi, buna uygun değildir. Onlar, Kâfirler sevmiyor diye kendilerinin de sevmeme kararı aldığı Müslümanlar hakkında yeniden düşünmek durumundadırlar.
İslam dünyasında İslam dışı ahlaka hizmet, İslam karşıtı ideolojilere hizmet, emperyalizme hizmettir. Bir yandan emperyalizme karşı çıkarken öte yandan bu tür adımlar atmak tutarlı değil.

Müslümanlar arasında düşmanlığa yol açmayan her tür İslami hizmet, bütün Müslümanlara hizmettir. Bu tür hizmetlerin meşrebine, coğrafik ağırlığına, uluslararası güçlerden aldığı tepkiye bakarak engellenmesi, engel girişimlerinin engellenmemesi bugün bir kesime yönelik görünse de yarın bütün Müslümanlara zarardır.

Müslümanın Müslüman’dan başka komşusu, ticaret ortağı, yol arkadaşı, iş arkadaşı vardır ama dostu yoktur. Bunu görmeyen Müslüman kendi geleceğini göremez.

 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Abdulkadir Turan, Türkiye'de Charlie Habdo dergisine sahip çıkan solcuları yazdı... işte o yazı...





Avrupa'da insan sever solcular varmış. Güney Amerika'nın solcuları emperyalizme düşmanmış. Olabilir.
Onlar nasıl olursa olsun, bizim solcularımız emperyalizmin piyonudur. Batı'yı “kayıtsız şartsız” taklit üzerine aklını tatil etmiş, ait olduğu toplumun bütün değerlerine düşman kesilmiş bir “sürü”dür.

Bizdeki solcuların insan hakları iddiası, basın özgürlüğü, işkence karşıtlığı, kadın hakları savunuculuğu hepsi sadece yalandır.
Charlie Hebdo dergisinin ifade özgürlüğüne sahip çıkıyorlarmış, hatta bu uğurda kendi toplumlarının en büyük değerlerine küfretmeyi bile göze alacak kadar fedakârmışlar. Hadi oradan…

Bunların sözü edilen dergiye sahip çıkmalarının tek bir nedeni vardır: Batı'nın söz konusu dergiye sahip çıkması…
Bu, bir efendi-uşak ilişkisidir. Ötesi safsata…

Batı, bu dergiye sahip çıkmasaydı Türkiye'de sahip çıkacak bir tek solcu çıkar mıydı? Efendileri “Haydi işbaşına” demeseydi bunlar böyle davranır mıydı?
İslam dünyasındaki solculuk Batıperestlikten başka bir şey değildir. Batıperestlerin Batı'ya yönelik yaklaşımın nasıl bir şey olduğuna iki örnek: Biri kültür dünyasından, diğeri siyasetten.

Geçen yüzyılın başında Hüseyin Cahit Yalçın adlı ünlü Batıcı yazara sorarlar: “Roman, nasıl yazılır?” Hüseyin Cahit, bir saniye bile düşünme gereksinimi duymaz, cevabı verir: “Fransızlar nasıl yazıyorsa biz de öyle yazarız. Pantolonu nasıl değiştirmeden aldıysak romanı da öyle alacağız.”
Burada kafa yok, sadece taklit var.

Başbakanlığa zorunlu tayin edildiği günlerde Bülent Ecevit'e sordular: “Afganistan'a müdahale konusunda ikna oldunuz mu?” Ecevit, cevap verdi: “Müttefiklerimiz ikna olmuşsa biz de olmuşuzdur.”

Hepsi bu kadar… Burada emre itaat vardır.

Türkiye'de solcular okur ama düşünmez. Düşünselerdi çelişkiyi bulmazlar mıydı?

Charlie Hebdo'ya sahip çıkmak için onun cürmünü taklit ediyorlarmış. Siz, çocuk katili birinin yargılama sırasındaki insani haklarını savunmak için çocuk öldürür müsünüz?

Ya da bir tecavüz sanığının durumunu duyurma adına tecavüzün taklit edilmesi gerektiğine inanır mısınız?

Mesele insan hakları savunuculuğu değil. Sizin Batı'yı efendiniz görmeniz ve Batı'ya her türlü girişim karşısında “koruma polisi” refleksiyle efendiden daha çok çırpınmanızdır.

İfade özgürlüğü mü? Türkiye'de hâlâ bir koruma kanunu var? Pek çok kişi, o kanundan cezalar aldı, hapis yattı. Cumhuriyet gazetesi de bizzat o hapisleri savundu.

- Sizin efendilerinize hakaret edilince ceza,
- başkalarının Efendi'sine hakaret edilince destek…
Bu çelişkinin ebediyen saklı kalabileceğini mi düşünüyorsunuz?

Solun bizdeki özgürlükçülüğü bir efsane bile değil, basbayağı bir sokak yalanıdır. Her şeyin saklı kaldığı dünün dünyasında bu yalanı kitleler görmeyebilirdi. Ama bugün artık onun saklı kalması mümkün değildir.

Hepimiz “Charlie Hebdo'yuz” diyorsunuz. Yalan söylüyorsunuz. Siz, Charlie Hebdo olamazsınız. Ancak Charlie Hebdo'da hizmetli olursunuz, uşak olursunuz.
Ve CHP… Hani dinî değerlere saygılıydı. Geçmişin sözde birkaç milliyetçi muhafazakârını belediye başkan adayı göstermişti. Hatta geçmişten bu yana solcuların her türüyle can dostu bir “İslamcı” doktoru alıp halkla ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı bile yapmıştı.
Aynı CHP, Charlie Hebdo dergisinin Türkiye taklidini destekliyor. Galiba bunlar seçimlerden umut kestiler ve Batı destekli bir darbe yönünde ciddi ciddi umutlandılar.

Zira bunu yapacak bir partinin halktan dilediği desteği alması mümkün değildir. Bunu yılların siyasetçisi biliyordur, herhalde…
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Gavurlara ve kafirlere sempatilik ve sevgi gösteren de gavur ve kafir sayılır.Onun Allah'la zaten ilişiği kalmaz.Bu,böyle biline!.

Allah'ın düşmanlarını dost edinenler, kendilerini müslüman zannetmesinler.Bunlar tevbe ve istiğfar etmedikçe akibetleri ebedi cehennemdir.
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
İki kelime öğrenmişsin başkada bir halt bildiğin yok.
İnsan biraz aklını kullanır, yeni bir şey bulur, ikna edici-cesur şeyler söyler.
Bu konuyu açtığıma pişman ettin.
Konuyu açan kişinin uygun bulmadığı mesajları silme yetkisi verilse tek bir mesajına izin vermezdim.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
İki kelime öğrenmişsin başkada bir halt bildiğin yok.
İnsan biraz aklını kullanır, yeni bir şey bulur, ikna edici-cesur şeyler söyler.
Bu konuyu açtığıma pişman ettin.
Konuyu açan kişinin uygun bulmadığı mesajları silme yetkisi verilse tek bir mesajına izin vermezdim.

Benim mesajlarımda çarpıklık mı gördünde bundan gocunup izin vermek istemiyorsun?Senin asıl derdin gavurlardan yana ise, peki, sana göre bu dinimize ve peygamberimize dil uzatanlara musamaha göstermiş olsak bunun dinde yeri ne öyleyse?Sana göre, o kafirleri kendi haline bıraksak acaba neticesi sence ne olabilir ki?

Dikkat et ahbap!Kimleri savunduğunu ve kolladığını kendi kendine sorgula hele, kim haklı kim haksız mukayese etsene biraz!.

Kafirlere karşı ikna edecek nasıl bir söz beklerdin benden?.Bilmiyorsak, bunu bize izah edeceksin o zaman...

Ha sahi!.Şu Cumhurbaşkanımız sayın Tayyip Bey'in kurucusu olduğu "medeniyetler ittifakı projesi"ni İspanya tamamen ortadan kaldırmış , ya buna ne diyeceksin peki?.

Kardeşim senin anlamadığın bir tek şey var. Gâvurlardan bize bir hayır gelmeyeceğini şu ayet bize bildiriyor.Ve Allah Kur'an'da buyuruyor ki:

BAKARA SURESİ-120 - Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan başka ne bir dost , ne de bir yardımcı bulamazsın.

SAKIN HA!. ALLAH VE DİN DÜŞMANLARINA KARŞI KALBİNDE ZERRE KADAR SEVGİ OLMASIN.EĞER O ŞEKİLDE ÖLÜRSEN, MAHŞERDE ONLARLA BERABER HAŞROLUNURSUN.UNUTMA Kİ, KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR.

 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
İki kelime öğrenmişsin başkada bir halt bildiğin yok.
İnsan biraz aklını kullanır, yeni bir şey bulur, ikna edici-cesur şeyler söyler.
Bu konuyu açtığıma pişman ettin.
Konuyu açan kişinin uygun bulmadığı mesajları silme yetkisi verilse tek bir mesajına izin vermezdim.
Senin asıl derdin gavurlardan yana ise,

Senin asıl derdin gavurlardan yana ise,

belki aklın kırıntısına sahiptir diye düşündük...
Allah akıl versin demiyeceğim
ibreti alem olarak bu haliyle kalsın,
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
belki aklın kırıntısına sahiptir diye düşündük...
Allah akıl versin demiyeceğim
ibreti alem olarak bu haliyle kalsın,

Sen bizim aklımızı ister beğen, istersen beğenme!Ben hakikatleri konuşurum.

Sen nefsinden konuşuyorsun, güya mantık yürütüyorsun.Oysa hem ben mantık yürütüyorum hem de sen akıllanıp uyanasın diye ayetleri gözüne sokuyorum ama yine uyanamıyorsun.İşte aramızda ki bir tek fark budur.

BİZ,MESELELERE KUR'AN PENCERESİNDEN BAKTIĞIMIZ İÇİN ALLAH'IN İZNİYLE HİÇ YANILMIYORUZ.MÜNNECCİM VEYA KALPLERİ OKUYAN ARİF KİMSELERDEN DE DEĞİLİZ.

SİYASETTE BASİRETİMİZ, AKLIMIZ, VE MANTIĞIMIZ HER ZAMAN AÇIKTIR.BİRİLERİNE ŞİRİN GÖRÜNECEĞİZ DİYE YALAKALIK EDİP BOYUN EĞMEYİZ VE KEM KÜM DE ETMEYİZ

Şu ülkemizde, sıkıştıkları ve dara düştükleri zaman; "demokrasi, insan hakları nerede?" diye feryad-ı fügan ederler.Lakin kendilerine bir fırsat verilince geride ne demokrasi, ne de insan hakları kalır.İtibar görülmek zenginlere, hor görülmek fakirlere, fırsatçılık imtiyaz sahiplerine, ehli olmayan iş imkanı, olana ise kapı dışarı gösteriliyor. Milletvekili dokunulmazlığı ise, sırf bu ülkeyi soyup soğana çevrilsin, kimse onlardan hesap sormasın diye kaldırılmıyor. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir"derken bütün meclistekiler milletin haklarını beklentilerini rafa kaldırıp cukkalarını doldurmaktan başka yaptıkları bir şey yok.Gâvurlara ilgi ve sempati daha çok gösteriliyor.Hiçbir ülke ile müslümanlararası diyalog kurulması çabaları gündeme getirilmiyor.Ülkemizde bilim adamlarımız esrarengiz bir şekilde öldürülüyor buna da intihar süsü veriliyor.Arkasını takip etmek için mecliste bir kovuşturma (takip etme) komisyonu kurulmuyor ve unutulmaya yüz tutturuluyor. Yolsuzluk, rüşvet, usulsüzlükten kimse ceza yemiyor.Çalıp çırptığı yanında kâr kalıyor.İşte Türkiye'de ki siyaset anlayışı; "at tepişir eşşek ölür." hasebiyle ülkemde siyaset böyle devam ediyor.

Şimdi kalkmış bana aklımın çalışmadığını söylemeye çalışıyorsun.Ülke insanlarımızın derdini unutmuşsunuz parti pırtıcılık yapıp gününüzü gün ediyorsunuz.Benim kadar sizler bu vatanı sevemezsiniz.Çünkü benim derdim önce İslam, sonra bu ülkenin geleceğidir.Bunları sen benim kadar dert de edinmezsindir.Eğer, "ediniyorum diyorsan bunu ispatlamalısın

Ben bu vatana aşığım.Ondan asla vazgeçemem.Zoru gördüğüm zaman kaçmam.Zorluklara karşı metanet sahibiyim işte kısacası ben buyum.

Ben burada sanıldığı gibi çok sert de değilim.Yüzyüze buluşmadıktan sonra beni iyi anlayamazsın..İnanmayacaksın ama bende büyük bir empati kurma mahareti vardır.Hiç tanımadığım kimselerle anında empati kurabiliyorum.Bu yazışmalarla kimse ile pek empati kurulamadığını iyice anladım.Çünkü, karşımda ki muhatabım benim konuştuğumun aksine konuşuyor ben ona göre muamele ediyorum.Yeri geldiğinde nabza göre şerbet dağıtabiliyorum.Tıp ki Tayyip'in yaptığı gibiyim.Yanlış anlamayasın ki onu taklit de etmiyorum.

Muhatabımın önce maksadını ve niyetini öğrenmeden ona cevap vermem.O, kendini belli edince cevap veririm.Eğer bildiğim bir mevzuat varsa hemen mantığımı devreye sokup onunla konuşurum.Alternatifler sunarım.Tabii ki bu,karşımda ki muhatabımın anlayacağı şekilde olur.Yıkıcı değil, yapıcı olurum.Bu konuştuklarım sadece sanalda değil reel hayatımda da böyleyimdir.Farkında olmadan incitiyorsun muhatabını!Aman buna dikkat edelim olmaz mı!..

Evet, şimdi anladın mı benim kim olduğumu?..İnşaallah anlamışsındır beni...Bundan sonra bakalım cevabın nasıl olacak merak ediyorum.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.

Ne tuhaf bir adammışsın sen yahu!.."Gavurlardan yana mısın?" dediğimiz zaman sanki sana küfür etmiş gibi olduk.Hakikat şudur ki ben gerçekleri konuşurum.Kim Allah düşmanlarını dost ediniyorsa o da Allah'ın düşmanıdır.Seni ben Allah düşmanı olarak görmüyorum ama onlara eğer zerre kadar sevgi besliyorsan bunun neticesinde Allah göstermesin,küfür üzerine öleceğini sana beyan etmek istiyorum.Yani, senin aklıbaşında ve şuurlu müslüman olmanızı, dost ve düşmanın niyetini iyi bilmenizi düşünmeye davet ediyorum.

Sen istediğin kadar bana bu şekilde beddua et, yüce Rabbim benim haklı olduğuma şahittir.Zira ben zerre kadar gavurlara sevgi beslemiyorum.

Sen şimdi vicdanına seslenerek, kendini sigâya çekerek ve şöyle de kendi kendine:

"- Ya Rabbi..Benim, hakikaten gavurlara karşı kalbimde zerre kadar sevgi var ise onu tamamen silip yok et!. diye dua edersek bil ki, işte Allah, senden de benden de razı olacaktır.Bütün temennimiz budur...

Bu arada seni tekrar uyarmak ve aydınlatmak için şu ayetlerin üzerinde derin derin tekrar tefekkür etmenizi diliyorum.Allah yolunuzu açık etsin.Kimsenin cehenneme gitmesini istemiyoruz. İşte o ayetler:

MÜMTEHİNE SURESİ-

1 - Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.

2 - Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkar edivermenizi istemektedirler.


3 - Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah yaptıklarınızı görendir.
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
küfür üzerine öleceğini sana beyan etmek istiyorum.Yani, senin aklıbaşında ve şuurlu müslüman olmanızı, dost ve düşmanın niyetini iyi bilmenizi düşünmeye davet ediyorum.

Senin asıl derdin gavurlardan yana ise,
Zira ben zerre kadar gavurlara sevgi beslemiyorum.

Bu arada seni tekrar uyarmak ve aydınlatmak için şu ayetlerin üzerinde derin derin tekrar tefekkür etmenizi diliyorum.Allah yolunuzu açık etsin.Kimsenin cehenneme gitmesini istemiyoruz.

Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.
Allah müstehakını tez elden versin, versin ki bu cahilliğinle bu dengesizliğinle kimseyi bir daha incitmeye fırsat eline geçmesin.
Bu dil ve uslıupla iğreti şeyler söylemene Allah bir daha fırsat vermesin.
_________
Bu edepsizde can sıkıntısı mı, yoksa huy bozukluğumu olduğundan mı yoksa bir arızasından mı bilemedim tanımadığı-yakından bilmediği beni "gavur dostu" yaptı.
Allah c.c hakkımı hukukumu bu kişiye bırakmasın.
______
Bu konu başlığında Abdulkadir Turan Hoca'nın gayet mantıklı ve ikna edici bir dil ve uslupla ve en önemlisi akillane bir yöntemle İslam ve Peygamber efendimiz s.a.v düşmanlarını başlarını önlerine eğecek, utandıracak ve bir daha bu yolda çabalara girişmelerine -belki- .fırsat vermeyecek veya en azından bu azgınlıklarını görmelerine vesile olacak bir yöntemle tefekkür etmiş ve ortaya okuyan herkesin bilgilenmesine yararlı olacak bir yazı ortaya koymuştur.
Allah Abdulkadir Turan ve onun düzeyinde İslami bilgi ve birikime sahip bütün mü'minlerden Allah razı olsun.

Yazıyı okumadan cahilce, ezberci bir hal ve bir müslümana gavur dostu diye hitap eden MÜTEŞEKKÜR gibi kişilerden Allah razı olmasın.
 

redyellow

Kıdemli Üye
Katılım
20 Nis 2010
Mesajlar
2,262
Tepkime puanı
875
Puanları
113
Konum
ankara
Web sitesi
redyellow.besaba.com
Gavurlara ve kafirlere sempatilik ve sevgi gösteren de gavur ve kafir sayılır.Onun Allah'la zaten ilişiği kalmaz.Bu,böyle biline!.

Allah'ın düşmanlarını dost edinenler, kendilerini müslüman zannetmesinler.Bunlar tevbe ve istiğfar etmedikçe akibetleri ebedi cehennemdir.

Arkadaş bu yazıyı yazmış.

Mahabad denen kişi gelmiş:


İki kelime öğrenmişsin başkada bir halt bildiğin yok.

Diyor.

Hem HALT diyerek terbiyesizliği kendin yapıyorsun.


İnsan biraz aklını kullanır, yeni bir şey bulur, ikna edici-cesur şeyler söyler.
Bu konuyu açtığıma pişman ettin.
Konuyu açan kişinin uygun bulmadığı mesajları silme yetkisi verilse tek bir mesajına izin vermezdim.

Hem de mesaj silmekten bahsediyorsun.

Sen mesaj silmezdin BANLARDIN değil mi? Çok iyi bilirsin böyle diktatörlükleri değil mi?

Arkadaşın yazısında bu kadar köpüreceğin ne var? sana bir şey dememiş, isim yazmamış, genel bir şey yazmış, niye köpürdün? Yazılara bakmıyorsun, isimlere bakıp saldırıyorsun!

Asıl mesajı silinecek olan sensin, HALT diyerek terbiyesizlik yapmışsın.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.
Allah senden razı olmasın.
Allah müstehakını tez elden versin, versin ki bu cahilliğinle bu dengesizliğinle kimseyi bir daha incitmeye fırsat eline geçmesin.
Bu dil ve uslıupla iğreti şeyler söylemene Allah bir daha fırsat vermesin.
_________
Bu edepsizde can sıkıntısı mı, yoksa huy bozukluğumu olduğundan mı yoksa bir arızasından mı bilemedim tanımadığı-yakından bilmediği beni "gavur dostu" yaptı.
Allah c.c hakkımı hukukumu bu kişiye bırakmasın.
______
Bu konu başlığında Abdulkadir Turan Hoca'nın gayet mantıklı ve ikna edici bir dil ve uslupla ve en önemlisi akillane bir yöntemle İslam ve Peygamber efendimiz s.a.v düşmanlarını başlarını önlerine eğecek, utandıracak ve bir daha bu yolda çabalara girişmelerine -belki- .fırsat vermeyecek veya en azından bu azgınlıklarını görmelerine vesile olacak bir yöntemle tefekkür etmiş ve ortaya okuyan herkesin bilgilenmesine yararlı olacak bir yazı ortaya koymuştur.
Allah Abdulkadir Turan ve onun düzeyinde İslami bilgi ve birikime sahip bütün mü'minlerden Allah razı olsun.

Yazıyı okumadan cahilce, ezberci bir hal ve bir müslümana gavur dostu diye hitap eden MÜTEŞEKKÜR gibi kişilerden Allah razı olmasın.


ALLAH SENİ ISLAH ETSİN.NE DEDİĞİNİ DE BİLMİYORSUN.BEN SANA GAVUR DOSTUSUN DEMEDİM SADECE "GAVURLARDAN YANA MISIN ONLARA KARŞI KALBİNDE ZERRE KADAR SEVGİN VAR MI?" DİYE SORDUM.

Niye beni tenkit ediyorsun ki!.Mesajımı iyi anlamadan ve okumadan beni suçlamaya hakkın var mı?

Diyorum ki tekrar:

"KİM GAVURLARA KARŞI KALBİNDE ZERRE KADAR SEVGİ VARSA O KİŞİ, TÖVBE ETMEDEN YAŞAYIP ÖLÜRSE KÜFÜR ÜZERiNE ÖLÜR" diyorum.Bunu da yanlış anlama bari yahu!...

Kim Allah düşmanlarını dost ediniyorsa o da Allah'ın düşmanıdır.Seni ben Allah düşmanı olarak görmüyorum ama onlara eğer zerre kadar sevgi besliyorsan bunun neticesinde Allah göstermesin,küfür üzerine öleceğini sana beyan etmek istiyorum.Yani, senin aklıbaşında ve şuurlu müslüman olmanızı, dost ve düşmanın niyetini iyi bilmenizi düşünmeye davet ediyorum.

Bak yine ben bu sözümün arkasındayım.Yanlış mı söylüyorum şimdi?Dikkat et bilmeden günahımı alma!Bizi iyi anlamaya çalış!..

Son sözüm:Sana ben direkt olarak gavur aşıklısı demek istemiyorum.Ancak,gavurlara karşı sempatili olursan eğer, aksi takdirde helak olup gidersin!" demek istiyorum.Diyeceklerim bu kadar..

Vesselam...
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Arkadaş bu yazıyı yazmış.

Mahabad denen kişi gelmiş:




Diyor.

Hem HALT diyerek terbiyesizliği kendin yapıyorsun.




Hem de mesaj silmekten bahsediyorsun.

Sen mesaj silmezdin BANLARDIN değil mi? Çok iyi bilirsin böyle diktatörlükleri değil mi?

Arkadaşın yazısında bu kadar köpüreceğin ne var? sana bir şey dememiş, isim yazmamış, genel bir şey yazmış, niye köpürdün? Yazılara bakmıyorsun, isimlere bakıp saldırıyorsun!

Asıl mesajı silinecek olan sensin, HALT diyerek terbiyesizlik yapmışsın.

Biz öyle kelimelere pek aldırış etmiyoruz.Etseydik ruhaniyetimiz bozulurdu...Elhamdülillah, sapasağlam ruhaniyetim yerindedir.

Mahabad isimli arkadaşta anlama zorluğu var galiba...Bizi aklısıra töhmet altına alıp diskalifiye etmek istiyor.Biz kimseyi tekfirde etmiyoruz.Sadece yanlış düşünce ve fikirlerden arınmalarını diliyoruz hepsi o kadar...

Sen beni iyi anlıyorsun ama o arkadaş bizi anlamakta zorluk çekiyor.Kendi kendine meseleyi yokuşa sürüyor bilmeden...
 

redyellow

Kıdemli Üye
Katılım
20 Nis 2010
Mesajlar
2,262
Tepkime puanı
875
Puanları
113
Konum
ankara
Web sitesi
redyellow.besaba.com
Biz öyle kelimelere pek aldırış etmiyoruz.Etseydik ruhaniyetimiz bozulurdu...Elhamdülillah, sapasağlam ruhaniyetim yerindedir.

Mahabad isimli arkadaşta anlama zorluğu var galiba...Bizi aklısıra töhmet altına alıp diskalifiye etmek istiyor.Biz kimseyi tekfirde etmiyoruz.Sadece yanlış düşünce ve fikirlerden arınmalarını diliyoruz hepsi o kadar...

Sen beni iyi anlıyorsun ama o arkadaş bizi anlamakta zorluk çekiyor.Kendi kendine meseleyi yokuşa sürüyor bilmeden...

Yok yok.. .mahabadda anlama zorluğu felan yok, yandaş olduğu için yazıyı okumadan, etmeden, nicklere bakıp saldırıyor.
 
Üst