Abdulkadir-i Geylani(ksa) .hz'nin Müridleri

Katılım
6 Kas 2006
Mesajlar
64
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
Konum
İstanbul
Pir Gavsul Azam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin müridleri sayilamayacak
kadar çoktur. Onlar dünya ve ahiret mutluluklarina da ermislerdir. Dervislerinin
hiçbiri tevbesiz ölmemistir.

Pir Gavsul Azam Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin müridleri sayilamayacak
kadar çoktur. Onlar dünya ve ahiret mutluluklarina da ermislerdir. Dervislerinin
hiçbiri tevbesiz ölmemistir.

Seyh Ali El-Garseni’nin (RA) Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin söyle
buyurdugunu naklediyor: “Cehennem hazineleri ile söyle bir konusma geçti
aramizda: ‘Dervislerimden cehennem'e giren varmi?’ dedim. ‘Allah (CC) hakki için
hayir.’ dediler. ‘Tabi olmayacak. Çünkü elim müridlerimi, gögün yeri kusattigi gibi
kusatmistir.’ dedim. Rabbimden yetmis küsur defa söz aldim ve Rabbimin Izzet-i
Hakk’ı için, dervislerimin hepsi kendimle birlikte Cennet’e girinceye ve onlari
cennete götürünceye kadar Rabbimin huzurundan ayrilmam’.”

Hz. Pir’e (KSA) sordular: “Biri senin tarikatina girse ya da sana intisab etse
(baglansa), fakat senden ders almaz ise, senin hirkani giymezse senin dostlarin
sayilabilir mi?” Cevap verdi: “Her kim bana intisab ederse, Allah-u Teala (CC) onu
kabul eder ve o benim dostlarimdan olur. Her kim medresemin kapisinin önünden
geçerse, muhakkak Allah-u Zülcelal (CC) onun ahirette azabini hafifletir.”
Yine Gavs-i Geylani (KSA) Hz.leri buyurdular ki: “Rabbim Azze ve Celle bana,
Medresemin kapisinin önünden geçen her müslümanin azabini hafifletecegine dair
söz vermistir.”

Biri gelip O'na (KSA) Babül-Ezc civarindaki kabristanin birinden korkunç bir ses
duydugunu söyledi. Hz. Pîr (KSA) bunun üzerine sordu: “O adam benden feyz aldi
mi?” Onlar da: “Bilmiyoruz.” dediler. Bu sefer Gavs-i Geylani (KSA) Hz.leri:
“Meclisimde hiç hazir bulundu mu?” diye sordu. Yine “Bilmiyoruz.” dediler. Gavs
(KSA) Hz.leri bu sefer: “Arkamda namaz kildi mi?” diye sorunca yine
“Bilmiyoruz.” Dediler. Basini bir saat kadar egdi. Murakabaya daldi. Sonra basini
heybetle kaldirarak haykirdi: “Melekler (Allah'in selâm'i üzerlerine olsun) gelip
bana, o kisinin yüzümü gördügünü ve hakkinda iyi niyet tasidigini, bu yüzden Allah(CC) Hz.leri tarafindan afv edildigini haber verdiler.” Bunun üzerine bir daha
ondan, böyle korkunç bir ses duyulmamistir.

Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri, Allah-u Teala Hz.leri’nden, müridlerinin
hiçbirinin tevbesiz ölmeyecegine dair garanti almistir. Her müridi, Hz. Pir'in (KSA)
müridlerinden yedi kisi kurtarabilecegini, Hz. Pirimiz sik sik ifade etmistir. Hatta
bir keresinde demistir ki: “Magripte bir müridimin avreti açilirsa, biz onu
mesrikten mutlaka örteriz. Himmetimizle (Allah'in (CC) izni ve inâyetiyle)
dostumuzu kurtaririz.”

Buyurmustur ki: “Ne mutlu beni görenlere. Beni görmeyenlere hasrem (üzgünüm)
dogrusu.”
Seyh Ali El-Kuresiy'e (RA) göre Pîr Gavsul Azam (KSA) Hz.leri ona demis ki:
“Bana, gözün alabilecegi kadar bir kitab verilmistir. Onda, bana intisab edecek
olan dervislerimin ve arkadaslarimin (Müridlerimin) ve kiyamete kadar bana mürid
olacaklarin isimlerini gördüm.”
Hz. Pir Abdulkadar-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne sordular: “Iyi müridleriniz malum.
Ya kötüleri ne ne olacak?” Bunun üzerine Hz. Pir (KSA) su cevabi vermistir: “Iyiye
gelince, o kendini bize adamistir. Kötüye gelince, biz kendimizi, onu kurtarmak için adamisizdir.”

Seyh Adiy bin Misafir (RA) Hz.leri su mühim açiklamayi yapti: “Bütün seyhlerin
müridlerinden her kim benden feyz hirkasini istedi ise, rahatlikla giydirdim, ama
Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin müridlerine karsi bunu yapamadim. Çünkü
hepsini, Rahmet deryasinda yüzerlerken gördüm. Böyle olan kimseler, denizi
birakip da bir bardak ile su dagitan kisinin yanina gelirler mi hiç?”

Pir Gavsul Azam (KSA) Hz.leri’nin dervislerinden El-Betayihi (RA) anlatiyor: "Bir
gün seyhimiz Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’nin evine girdim. Önceden
görmedigim, tanimadigim dört kisi gördüm. Onlar kalkip çikmak için yürüyünce,
Hz. Pir (KSA) bana: ‘Yetis onlara da, sana dua etsinler.’ emrini verdi. Kostum,
onlari medresenin avlusunda yakaladim ve bana dua etmelerini rica ettim.
Onlardan biri bana dönerek dedi ki: ‘Ne mutlu sana. Sen böyle bir sahsin devrisi ve hizmetindesin ki, Allah (CC) Hz.leri O’nun bereketiyle yerleri, tepeleri, dereleri,
denizleri ile birlikte ayakta tutuyor. O’nun duasi sayesinde, halkin iyisine de
kötüsüne de Allah (CC) merhamet ediyor. Biz diger Veliler, O’nun ayagi gölgesi
altindayiz, O’nun emrindeyiz. O’nun emrinden hiç ayrilamayiz.’ Sonra yanimdan
uzaklasip gittiler. Hayret ve dehset ile Hz. Pir’e (KSA) kostum. Daha bir sey
söylemeden bana hitâb etti: ‘Ey Allah’ın (CC) kulu. Ben hayatta iken, onlarin sana
anlattiklarini kimseye söyleme.’ Ben: ‘Bunlar kimdi?’ diye sordum. Hz. Pir (KSA)
Hz.leri: ‘Bunlar Kâf Dagi’nin ileri gelenleridir ve halen oradadirlar.’ dedi.”


Seyh Ömer El-Bezzâz (RA) Hz.leri anlatiyor: “Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA)
Hz.leri’nden dinledim: ‘Hüseyin El-Hallacin (Hallac-i Mansûr RA) ayagi kaymisti.
O asirda elinden tutup onu kaldiracak kimse (Veli) yoktu. Eger ben, onun
zamaninda olsaydim, (bulunsaydim) elinden tutup onu kurtarirdim. Çünkü kiyamete kadar ayagi kayan her müridimin, ahbabimin, arkadasimin elinden tutup
kurtaracagim.’


Ebu-l Ferec bin El-Hamami’nin bir müsahedesi: “Hz. Pir Gavsul Azim (KSA)
hakkinda duydugum seyleri bir türlü kabul edemezdim, inkâr ederdim. Böyle sey
olmaz derdim. Bir gün Babil-Ecz'de bir isim çikti. Oraya gitmem gerekti, gittim.
Dönüsümde Hz. Pir’in (KSA) medresesinin önünden geçiyordum. Müezzin Ikindi
ezanini okuyordu. Içimden ‘Bakalim su namazi onun arkasinda abdestsiz kilayim
farkina varacak mi?’ diye bir düsünce geçirdim. Camiye girdim, arkasinda Ikindi
Namazini kildim. Namaz bitince Hz. Pir bana dönerek: ‘Ey Ogul? Bana bir hacet
için gelseydin, mutlaka hacetini görürdüm. Lakin gaflet, bütün mevcudiyyetini
kusatmis ve bu yüzden arkamda abdestsiz namaz kildin.’ Bunu hiç dogru
yapmadin.’ demez mi? Hayretten az kaldi düsüp bayilacaktim. O (KSA), benim
içimdekileri nasil bilebilirdi? O andan itibaren tevbekâr olup yanindan, hizmetinden
hiç ayrilmadim. Gün geçtikçe O’nu (KSA) sevmeye, saymaya basladim. O’nun
(KSA) feyz ve bereketini çok gördüm.”

Seyh Matar El-Barzani’nin (RA) oglu Seyh Ebul-Hayr Kerûm (RA) anlatiyor:
“Babam ölüm dösegindeyken kendisine: ‘Senden sonra kime uymami vasiyyet
edersin?’ diye sordum. ‘S eyh Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri’ne intisâb et.’
dedi. ‘Galiba agir hasta oldugundan ne dedigini bilmiyor.’ dedim. Bir saat sonra
yine: ‘Senden sonra kime intisâb edeyim?’ diye sordum. ‘S eyh Abdulkadir'e
(KSA)’ diye cevab verdi. Bir saat bekledikten sonra yine sordum. Bu defa söyle
dedi: ‘Bir zaman gelecek ki, Seyh Abdulkadir’den (KSA) baska hiç kimseye intisab
edilmeyecek.’ Babam ölünce Bagdat'a Seyh Abdulkâdir (KSA) Hz.leri’nin yanina
gittim. Orada bütün Mesâyih-i Kirâm'i gördüm. Hz. Pir (KSA) durmadan konusuyor
ve söyle diyordu: ‘Ben sizin vaizleriniz gibi degilim. Beni yukaridakiler de dinler.
Çünkü ben Allah (CC) Hz.leri’nin emri ile konusurum.’ Bir ara basini kaldirdi. Ben
de basimi yukariya kaldirinca, nurdan atlar üzerinde nurdan adamlar saf saf olmus, Hz. Pir'i (KSA) baslari egik, husu içinde dinliyorlar. Kimisi hüznünden agliyor,kimisi titriyor, kimisinin elbisesi tutusmus atesler içinde yaniyor. Bunu görünce korktum ve kürsüye dogru kostum. Hz. Pir’in (KSA) yanina çikinca kulagimdantutarak: ‘Babanin ilk vasiyyetiyle neden yetismedin?’ diye çikisti. Heybetinden korktum ve basimi egdim.”
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
HALLÂC-I MANSUR -Kuddise Sırruh-

858 yılında İran’ın Beyzâ şehrinde dünyâya gelen Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri, tasavvuf tarihinin yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük ve en meşhur velilerden ve eşine ender rastlanan âriflerdendir.

Tasavvuf’un ilk temsilcileri arasında yer alan Hazret’in büyükbabası, “Mahamma” adında bir zerdüşttür. Anne tarafından da soyunun Ebu Eyyub el-Ensârî -radiyallâhu anh- e dayandığı rivâyet edilmektedir.

Sehl-i Tüsterî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin teşvik ve yardımıyla tasavvufa yöneldi. Onsekiz yaşında Basra’ya gelerek, Amr bin Osman el-Mekkî’ye talebe oldu. Bu iki velinin hizmetinde iken nefsine şiddetle muhalefet etmeye ve onun arzularını öldürmeye muvaffak oldu. Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin tavsiyesiyle susma ve insanlardan uzaklaşma yolunu tuttu. Sonra da Hicaz’a giderek, bir sene kadar Ravza-i Mutahhara’da kaldı. Birdenbire ortalıktan kayboldu ve beş yıl kadar kimse tarafından görülmedi. Beş yıl sonra tekrar ortaya çıktı ve Hint, Çin ve Türk şehirlerini birer birer dolaşıp, bu beldelerde halkı din-i İslâm’a dâvet etmeye başladı. Onun bu irşadı sayesinde pek çok kimse müslüman oldu. Hatta geriye döndükten sonra da, dünyanın dört bir yanından kendisine mektuplar geldiği rivâyet edilir.

Hallâc-ı Mansur -kuddise sırruh- Hazretleri 919 yılında, Hakk’ın tecellisine mazhar olduğu bir anda “Ene’l-Hakk = Ben Hakk’ım!” sözünü söylemiş ve bazı kendini bilmez zahiri alimlerin hasedlerini izhar ederek bu sözü çarpıtmaları, onu küfürle damgalayacak ve katlini isteyecek kadar ileri gitmeleri üzerine halife Mutasım tarafından zindana attırılmış, kırbaçlanarak öldürülmek istenmiştir. Bunun hiçbir etki sağlamadığını görünce de, sırayla ellerini, ayaklarını, dilini ve başını kesmiş, gözlerini çıkarmış, vücudunun kalan kısmını ise yakmış ve küllerini Dicle nehrine atmışlardır.

Hikmet dolu sözleri asırlar boyunca halk arasında dolaşıp duran Hazret’in Bağdat’ta katledildiği yolundaki söylentiler, günümüze ulaşan en yaygın rivâyetler arasındadır.
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hallâc-ı Mansûr hazretleri daha sonra Basra'dan ayrılarak Bağdât'a Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına geldi, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ona susmayı ve insanlarla görüşmemeyi emretti. Daha sonra Hicaz'a giderek, bir sene Ravda-i mutahherada kaldı. Zikr ve ibâdetle meşgûl oldu. Sonra tekrar Bağdât'a geldi. Burada yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü ve bâzı suâller sordu.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri suâllerine cevap vermedi ve; "Gâliba bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır!" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bu sözü ile ilerde onun şehîd edileceğine işâret ediyordu.

...

Bir gün kendisine; "Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez." buyurdu.

Kendisinin ölümü ve idâmı böyle cereyân etmiştir.

Nitekim Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada;
"Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.

Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, Obenimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

...

Bu haberler halîfeye ulaşınca; "Fitne çıkarmak istiyor, onu katlediniz veya Enel-Hak sözünden dönene kadar sopalayınız." emrini verdi. Bunun üzerine Hallâc-ı Mansûr hazretlerini Bağdât'ta Tâkkapısına götürdüler. Evvelâ yüz kırbaç vurdular. Kendisinden en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler.

Hallâc-ı Mansûr'un rahmetullahi aleyh elleri ve ayakları kesildiğinde; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum." buyurdu.

Darağacına çıkan Mansûr hazretlerine şu suâl soruldu; "Tasavvuf nedir?" "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" "Onu görmeye tahammülünüz olmaz."

İdâm edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." cevâbını verdi.

Bu arada kendisinden nasîhat istemek için gelen hizmetçisine; "Nefsi, yapması gereken bir şeyle, ibâdetle meşgul et! Yoksa o seni yapılmaması gereken bir şeyle, haramlarla meşgul eder." dedi.

Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi revâ görenlere rahmet et! Senin rızân için beni elimden, ayağımdan, gözlerimden, başımdan, canımdan ayıran bu kullarını affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı.Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdât'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı.

Hallâc-ı Mansûr hazretleri bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atacaklar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdât'ı basacak. O zaman hırkamı nehrin kenarına götürüp, sulara at." buyurmuştu.

Abdülmelik Evkâf anlatır: "Bir gün üstâdım olan Hallâc-ıMansûr'a; "Ey hocam! Ârif kimdir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Ârif o kimsedir ki, Zilkâde ayından altı gün kala, Salı günü, 919 (H.306) senesinde Bağdât'ta eli ayağı kesilerek, gözleri çıkarılarak, baş aşağı astırılıp, gövdesi yakılarak, külünü savururlar."Onun dediği zamânı gözledim. Meğer o söylediği kendiymiş, o ne söyledi ise aynını yaptılar."

Naklederler ki: Onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve; "Bir Ene (ben) sen dedin, bir Ene de ben. (Sen Ene'l-Hak dedin, ben: "Ene hayrun minhü= Ben ondan hayırlıyım." dedim) Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sordu. Hallâc-ı Mansûr şu cevâbı verdi: "Sebep şudur. Sen "Ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben Ene dedim, kendimi ortadan kovdum. Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gâyet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."


...

HAK NEYİ DİLERSE BİZ ONU DİLERİZ

Bir gün Mansûr'un hâtırından; "Peygamber efendimiz, Mîrâc gecesi, sâdece müminleri diledi de, neden bütün insanları dilemedi ve, yâ Rabbî, cümlesini bana bağışla demedi." diye geçti. Böyle düşünürken, Resûlullah efendimiz içeri girdi ve; "Biz kimi dilersek Hakk'ın fermânı ile dileriz. Bizim gönlümüz Hakk'ın fermân evidir. O'nun irâdesinin ve fermânının gayrisinden pâk ve mâsumdur. Eğer O, hepsini dilerse, ben de hepsini dilerim." buyurdu. Bundan sonra Hallâc-ı Mansûr, başından sarığını çıkararak Resûlullah'ın huzûrunda kerâmet gösterdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Bu sarık kerâmeti ile, baş dahi vermek gerektir ki, ben râzı olayım." Onun idâm edilmesine hakîkatte, sebep, bu hüküm oldu.
 
Üst