Vuslat Rana
Edep Ya Hu
ÖNDEN GİDEN ATLILAR
Önden giden Atlılar Video Klip
Issız sıcak çölleri
karşı karlı dağları
çoktan aşıp gittiler
kayboldular uzakta
önden giden atlılar
Önlerinde okyanus
kızgın bir çöl arkada
asıl içlerindedir
zapt edilmez bir deniz
önden giden atlılar
ne güzel atlar bunlar
bunca yol çiğnediler
çiçek çiğnemediler
önden giden atlılar.
Onlar bizim kahramanlarımız. Bazen 45 derece sıcağın altında buram buram terlerken çıkarlar karşımıza. Nereden düştük bu kavurucu sıcağa diye şikayetlenmeye yeltenirken, onların iç ferahlatan nefeslerine sığındık. Çocuğunu, havale geçirmeden iklime alıştırmak üzere doktor kontrolünde tutmayı ne de kolay kabullenmişlerdi. Başkalarına sürgün olan tayinleri iltifat görürler. Analarının şefkat dolu sinesi gibi geliyor, zorluk dolu coğrafyalar.
Kemiklerde ilik donduran soğuklarda rastlarız onlara. Buzdağı egoları eritirler sıcacık sinelerinde. Aylarca maaşları aksar, yanlarında getirdikleri eşyaları kâh satarak karın doyururlar; kâh yakarak ısınmaya çalışırlar. ‘Siz burada çok kaldınız, dönün artık’ sözünü kara haber olarak alırlar. ‘Acaba içimizdeki ateş mi azaldı?’ şeklinde kendilerini hesaba çekerler. ‘Daha ateşi olanlar gelsin diye midir bu nöbet değişikliği? sorularıyla içleri burkulur.
İnsanların birbirlerini baltayla kovaladığı savaş bölgelerinde barış türkülerini söylerken takılırlar gözümüze. Hayatın ve ölümün, iyilerin ayrışması için sınav olduğunun bilinciyle ölüme tebessüm çakarlar. Herkesin kaçtığı yerlere gönüllü yazılırlar, tıpkı Çanakkale’deki cedleri gibi. Diriltmek için gerekirse ölmeyi göze almanın bilinciyle pervasızdırlar. İçinde bulundukları mekânlar, huzur adasına dönüşüverir. Onlara sığınanlar dokunulmaz olur.
Hastalıkların kol gezdiği topraklarda baş okşarken, el ele tutuşurken giriverirler ilgi alanımıza. Aynı kaptan yemek yedikleri Afrikalının gözü yaşarır. Düşman belledikleri, sömürgeci bildikleri beyaz adamın samimiyetine inanamazlar ilkin. Zaman ilerledikçe ‘renk körü’ olduğunu fark ederler ve onlar da teslim olurlar bu bilinçli körlüğe. İlk defa sarıldıklarında beyazın siyaha ne kadar yakıştığını görürler. Herkesin büyük iş gördüğü şeyler onlar için konuşulmaya değmez normal hallerdir. Rutinleri bile insanları hayrette bırakmaya yetiyor.
Önden giden atlılara, birinci nesle yetişmek içindir bütün çabaları. Her gittikleri yerde sancak mezarlar beklemektedir onları. Emaneti yüklenmek, nöbetini devralmak için geldik diye saygıyla çıkarlar huzura. Bir müjdedir onların içindeki denizi kabartıp, okyanuslara meydan okuma gücü veren. ‘Önden giden atlılar’ın ilk neslinin kulağına fısıldanmıştı bu muştu. ‘Kardeşlerim’ denmişti, ikinci kuşağın süvarileri için. ‘Arkadaşlar’ gibi onlar da atlarını okyanusların üzerine sürecek, gidilmemiş coğrafya, çiğnenmemiş yol bırakmayacaklardı. Onlar da çiçek çiğnemeyecek, gönül çiğnemeyecekler...
Bülent Korucu
Zaman, 25.06.2006
Önden giden Atlılar Video Klip
Issız sıcak çölleri
karşı karlı dağları
çoktan aşıp gittiler
kayboldular uzakta
önden giden atlılar
Önlerinde okyanus
kızgın bir çöl arkada
asıl içlerindedir
zapt edilmez bir deniz
önden giden atlılar
ne güzel atlar bunlar
bunca yol çiğnediler
çiçek çiğnemediler
önden giden atlılar.
Onlar bizim kahramanlarımız. Bazen 45 derece sıcağın altında buram buram terlerken çıkarlar karşımıza. Nereden düştük bu kavurucu sıcağa diye şikayetlenmeye yeltenirken, onların iç ferahlatan nefeslerine sığındık. Çocuğunu, havale geçirmeden iklime alıştırmak üzere doktor kontrolünde tutmayı ne de kolay kabullenmişlerdi. Başkalarına sürgün olan tayinleri iltifat görürler. Analarının şefkat dolu sinesi gibi geliyor, zorluk dolu coğrafyalar.
Kemiklerde ilik donduran soğuklarda rastlarız onlara. Buzdağı egoları eritirler sıcacık sinelerinde. Aylarca maaşları aksar, yanlarında getirdikleri eşyaları kâh satarak karın doyururlar; kâh yakarak ısınmaya çalışırlar. ‘Siz burada çok kaldınız, dönün artık’ sözünü kara haber olarak alırlar. ‘Acaba içimizdeki ateş mi azaldı?’ şeklinde kendilerini hesaba çekerler. ‘Daha ateşi olanlar gelsin diye midir bu nöbet değişikliği? sorularıyla içleri burkulur.
İnsanların birbirlerini baltayla kovaladığı savaş bölgelerinde barış türkülerini söylerken takılırlar gözümüze. Hayatın ve ölümün, iyilerin ayrışması için sınav olduğunun bilinciyle ölüme tebessüm çakarlar. Herkesin kaçtığı yerlere gönüllü yazılırlar, tıpkı Çanakkale’deki cedleri gibi. Diriltmek için gerekirse ölmeyi göze almanın bilinciyle pervasızdırlar. İçinde bulundukları mekânlar, huzur adasına dönüşüverir. Onlara sığınanlar dokunulmaz olur.
Hastalıkların kol gezdiği topraklarda baş okşarken, el ele tutuşurken giriverirler ilgi alanımıza. Aynı kaptan yemek yedikleri Afrikalının gözü yaşarır. Düşman belledikleri, sömürgeci bildikleri beyaz adamın samimiyetine inanamazlar ilkin. Zaman ilerledikçe ‘renk körü’ olduğunu fark ederler ve onlar da teslim olurlar bu bilinçli körlüğe. İlk defa sarıldıklarında beyazın siyaha ne kadar yakıştığını görürler. Herkesin büyük iş gördüğü şeyler onlar için konuşulmaya değmez normal hallerdir. Rutinleri bile insanları hayrette bırakmaya yetiyor.
Önden giden atlılara, birinci nesle yetişmek içindir bütün çabaları. Her gittikleri yerde sancak mezarlar beklemektedir onları. Emaneti yüklenmek, nöbetini devralmak için geldik diye saygıyla çıkarlar huzura. Bir müjdedir onların içindeki denizi kabartıp, okyanuslara meydan okuma gücü veren. ‘Önden giden atlılar’ın ilk neslinin kulağına fısıldanmıştı bu muştu. ‘Kardeşlerim’ denmişti, ikinci kuşağın süvarileri için. ‘Arkadaşlar’ gibi onlar da atlarını okyanusların üzerine sürecek, gidilmemiş coğrafya, çiğnenmemiş yol bırakmayacaklardı. Onlar da çiçek çiğnemeyecek, gönül çiğnemeyecekler...
Bülent Korucu
Zaman, 25.06.2006