1432'ye ölümler ile girdik

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
1432'ye "ölüm"ü hatırlatan ölümler ile girdik...I-
Akşam, geceye kavuşmuş; deniz otobüsüne doğru koşar adım yürüyordum.

Yere yaydığı bezin üzerine, takılar yerleştiren genç bir adam dikkatimi çekti. Zifiri karanlıkta bu takıları kim görüp de kim alacaktı! Bir gece lambası çıkardı. Yaygısının başına koydu. Bir hikâyesi vardı bu delikanlının. Yerleştirmeye çalıştığı takıları incelerken "Öğrenci misiniz?" diye sordum. "Evet!" dedi.

"Nerede?" "Hayat okulunda!" "Tamam, hepimiz hayat okulunun öğrencisiyiz de..." "Hacettepe Maliye'yi bitirdim. Açık öğretimde İşletme okudum."

Yüreğim cız etti. İki üniversite bitirdin ve işsizsin diye cümlemi tamamlayacağımı sezmiş olmalı ki; cümleyi kurmama müsaade etmedi. "Benim tercihim" dedi. "Büyük şirketlerde çalıştım aslında. Ama kendi işimin sahibi olmak istedim."

Delikanlının dürüstlüğü, kanayan kalbimi daha çok sızlattı.
Kendi işimin derken kendi vaktimin demek istediğini sezmek zor değildi. "Müzik mi var hayatınızda?" dedim. "Sen kimsin abla?" dedi şaşırarak. (İn misin cin misin hayretinde sorulmuş bir soruydu: Sen kimsin abla!)

Gündelik hayatta yazar kimliğimi hiç paylaşmadığım halde, adının Mustafa olduğunu öğrendiğim bu genç adamla paylaştım.
"Tiyatro yaptım" dedi.
Konuşurken Sultanahmet'te bulamadığım karanfil, Mustafa'nın yere yaymış olduğu takılar arasından çıktı. Gümüş değil. Olsun. Fiyatı dört lira. Ama benim için çok değerli. O dökme karanfile ne zaman baksam 1432'nin o ilk iki gününü ibretle hatırlıyor olacağım.

Mustafa E., Eyüpsultan'da bir dükkânı olsun istiyor. "Senin için dua edeceğim" dedim. Dua etmeye başladım. Siz de edin. Belki bir gün Mustafa'dan dükkânım oldu haberini alırım ve sizlerle burada paylaşırım.

II-
Geçen çarşamba çok uzun bir gündü. Uzun bir gece olacakmış. Cumaya taşacak kadar uzun olacakmış.

Ne enteresan. Ben Muharrem-i Şerif'in Hilal'ine Sultanahmet'ten bakarken; zihnimdeki "O gece" şiirinin ateşiyle bakarken; ikisi de arkadaşım olan Ayşe-Havva Sula'nın kıymetli pederlerinin ölüm haberini alacak gibi bakıyormuşum.

Ali Şükrü Sula merhum Çaykara doğumlu emekli müftü idi. Hiç karşılaşmadık. Fakat hikâyelerine aşina idim. En son "Bir şu bilgisayarın dilini çözemedik. Öbür dünyada Allah bize sorarsa ne diyeceğiz" dediğini nakletmişlerdi.

Ali Şükrü Sula hoca kimdir dense koro halinde şu cevap verilir derhal: "Kur'an kurslarının, İmam Hatiplerin, camilerin banisi; hocaların hamisi, çocukların dedesi."

Hangi çocukların? Bütün çocukların.

Hayatını cami yaptırmaya adamış merhum Ali Şükrü Sula'nın kızı Dr. Havva Sula'dan babasını anlatacak hikâyeler istedim. Onun cümlelerini sizlerle paylaşmak istiyorum: Cenazeler hayata ve ölüme dair ne büyük bir ibret alma vesilesiymiş, bunu ilk kez tattım. Babamın vefatı ile.
Sıradan bir ölüm değildi, Rabbin muradını anlamakta zorlanıyor bazen insan.
Hikâye çok ibretli:
Arkadaşım S. 6 Aralık Pazartesi günü karşılaştığımızda selam bile vermeden "Şükrü Amca nasıl? Onu rüyamda gördüm" diye biraz endişeli bir sesle sordu. "Hamdolsun" dedim, "koşturup duruyor". S. rüyayı anlattı bir solukta, katıldığımız bir açılış programının o kalabalığının içinde.

"Tayyip Bey'le (Erdoğan) Ahmet Bey (Davutoğlu) hac dönüşü, üzerlerinde ihramlarıyla babanın evine Şükrü Amca'yı ziyarete geliyorlar, biz de senle onlara ne ikram edebiliriz diye telaşla koşturuyoruz..."

Hemen bu rüyayı babama anlatmalıydım, rüyadaki iki kişiyi de çok severdi çünkü. Ertesi sabah evi aradım. Babam çıkmış. Anneme rüyayı anlattım. "Bir üniversite kuruyorlarmış, onun için koşturuyor. Bir de Malatya Valisi'nin babası geldi akşam, birlikte Sultan Murat Camisi'ni büyüteceklermiş, onunla uğraşıyor" diyerek yordu annem rüyayı.

Babamı aradım cepten. Bankadan çıkıyormuş, ayaküstü ona da anlattım rüyayı. Çok sevindi, "Üniversite için birisi arsa bağışladı, işler biraz sıkıntılıydı, demek ki bundan sonra yoluna girecek" diye o da hayra yordu. Anlattı bana İslam Üniversitesi'ni, neler yapacaklarını. Güzel bir konuşmaydı, son konuşmamızmış. Bizi dinleyen iş arkadaşım "İnsanın böyle babasının olması ne güzel, 77 yaşında üniversite kurmaya çalışıyor" dediğinde böyle bir babam olduğu için şükrettim.
Ertesi gün akşam da yeğenimin telefonu ile kaza ve vefat haberini öğrendim...

Hikâyenin esas ibret kısmı bundan sonra:

Malatya Valisi'nin babası olan arkadaşı Ali Kemal Saran -o da emekli müftü- de cenazedeydi.

Akşam evde Kur'an okurken biraz önce evden ayrılan bir memleketlimiz geri döndü. Söyledikleriyle hepimiz donup kaldık. Bu kişi babamın kazasını görüp abime haber veren kişi aynı zamanda... Babamın dava arkadaşı Ali Kemal Saran babamın cenazesinden sonra bir trafik kazasında can vermiş. Karşıdan karşıya geçerken... Tıpkı babam gibi...

Merhum Ali Şükrü Sula Hoca Efendi hayatında daima bir hatırlatıcı idi. Onu hiç tanımamış olan bendeniz bile ne çok hikâyesinden istifade etmişimdir. Ölümü de pekçoğumuzun unuttuğu şeyleri hatırlamamıza vesile oldu.

Efendimizin "Nasıl yaşadıysanız öyle öleceksiniz" hadis-i şerifini bütün manaları ile idrak etmemize vesile oldu ölümü.

Allah rahmetini ziyade etsin.

Fatma K.Barbarosoğlu
 
Üst