‘münafıklar camisi’ bize ne anlatıyor?

a.harun

Üye
Katılım
5 Ocak 2010
Mesajlar
15
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
40
İslâm kılıcın gölgesinde yayıldı

Peygamber-komutan (s.a.s.), Hicrî 9. senenin Recep ayında, cihada çıkmaya karar verdi. Zaten bir an için olsun, cihaddan geri kalmıyordu ki… Mekke fethinden döneli daha bir kaç ay olmasına rağmen, aniden savaş kararı aldı. O, bunun için yaratılmıştı âdeta Allahın kanunlarını yeryüzünde hâkim kılmak için tebliğ; sözle veya kılıçla…

Bir kaç gayr-ı müslimin veya onların paralelinde olanları memnuniyetini kazanmak için, “Hz. Peygamber, savaş Peygamberi değildi”, “İslâm kılıçla yayılmadı” gibi manasız ve ilmi yönden tutarsız olan savunmalara girmenin anlamı olmadığı gibi, tarihe iftira etmenin de hiç kimsenin hakkı olmaması lâzım…

İslâm, şunun veya bunun arzuladığı şekilde olma mecburiyetinde değil; O, Allah'ın dilediği şekilde olma durumundadır.

Kendisini, “Ben silâh ve merhamet peygamberiyim” diye tarif eden Hz. Peygamber (s.a.s.), şöyle buyuruyor: “Ben, Allah yolunda öldürülmeyi, sonra dirilip tekrar öldürülmeyi, sonra dirilip tekrar öldürülmeyi, sonra dirilip tekrar öldürülmeyi (ve bunun hep böyle devam etmesini) isterdim. “ (1)

Hicrî 9. senenin Recep ayının en sıcak günlerine tesadüf etmişti. Ortalık kavruluyordu sıcaktan… Medineliler, bahçelerine veya evlerine kapanıp birazcık da olsa sıcaktan kaçmaya çalışıyorlardı. Aynı zamanda meyve mevsimi idi. Herkes bahçeleriyle, meyveleriyle meşgul olmak istiyordu.

İşte, Medine şartlarının böyle bir manzara arz ettiği günde, Hz. Peygamber (s.a.s.) savaşa karar verdi. Hem de yüzlerce kilometre uzaklıktaki düşmanla savaşmak istiyordu ki, düşman hudutlarını vurmak için onlarca gün deve veya at sırtında yol almak gerekiyordu.

Hz. Muhammed (s.a.s.) savaş stratejisi olarak, genellikle gideceği yeri ve düşmanı açıklamazken, bu seferinin nereye olacağını ve düşmanı ilan etmişti: Bizans!.. (3)

Ya Rabbi, Sen nelere kadirsin!

Hz. Muhammed (s.a.s.), bir zamanlar Mekke'de İslam’ı tebliğ ettiği sırada, muhataplarına “Lailahe illallah deyin, İran ve Bizans sarayları sizin olacak” derken, herkes tarafından kovuluyor, hakarete maruz kalıyor, tekmeleniyordu 116 … Şimdi aynı insan, 30.000 kişilik ordusunun başına geçmiş, 7. yüzyılın iki süper gücünden birisi olan, dünya emperyalizminin anahtarını elinde bulundurup insanları ezen, onları sömüren, bugünkü batı dünyasının, Amerika'nın, Rusya'nın ataları olan Bizans İmparatorluğuna karşı savaşmaya gidiyordu.

Peygamber-komutan biliyordu ki, dünya sömürü düzenleri ancak ve ancak onun vasıtasıyla tebliğ edilen Allah kanunlarıyla yıkılabilir. Allahu teala şöyle buyuruyor: “Allah, içinizden iman edip de güzel güzel amel (ve hereket) de bulunanlara yemin ile vaad etti ki, kendilerinden evvel gelenleri nasıl (kâfirlerin) yerine getirdi (hâkim kıldı) ise onları da yer (yüzün) de muhakkak (müşriklerin) yerine geçirip (hükümran) edecek, onlara kendileri için beğendiği dini (İslâm’ı) her halde payidar kılacak, onların korkularını (üzerlerinde kaldırdıktan) sonra, (hallerini) katî bir eminliğe çevirecektir. (Ta-ki) onlar (bu güvenlik içinde) bana ibadet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak koşmasınlar. Kim bundan sonra nankörlük ederse artık onlar, fasıkların ta kendileridir. (4)

En büyük kanser: Nifak

Dini ve siyasî otoriteyi elinde bulunduran Hz. Peygamber (s.a.s.), savaş hazırlıklarını yaparken, her zaman olduğu gibi münafıklar da Müslümanlar arasına nifak sokarak, onların orduya katılmalarına mani olmak istiyorlardı. Bunu yaparlarken de birçok bahaneler uyduruyorlardı. Kuran-ı Kerim, münafıkların bu fesadını şöyle anlatıyor:

“Allah'ın Resulüne muhalif olarak (savaşan) geri kalanlar oturup kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: ‘Bu sıcakta (savaşa) çıkmayınız’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.’ Bir kavrayıp anlasalardı.” (5)

Münafıklar, bütün çabalarına rağmen, cihada mani olamadılar ve Resulullah (s.a.s.), ordusuyla hareket etti. Bu metotlarıyla cihada mani olamayan münafıklar, Müslümanlar arasına tefrika sokmak, onları bölüp parçalamak, çeşitli hiziplere ayırmak, böylece onları Allah'ın kanunlarından ve bu kanunları tatbik eden Hz. Peygamber (s.a.s.)'den uzaklaştırmak gayesiyle, Kuba Mescidi'nin yanında bir cami yaptırıp oradan faaliyetlerini yürütmek istediler. Ne var ki, Müslümanları oraya celp edebilmek için caminin meşruiyetini kabul ettirmeleri gerekiyordu. Bu nasıl olacaktı? Tâbii ki Hz. Peygamber (s.a.s.)'in gelip o camide namaz kılmasıyla…

Hz. Peygamber (s.a.s.) ordusunu hazırlamış, savaşa çıkacağı bir anda, münafıklar gelip; “Ya Resulallah! Bizim özürlülerimiz, hastalarımız, yaşlılarımız Kuba Mescidi'ne gidemedikleri için onların ibadet ihtiyaçlarını karşılamak gayesiyle bir cami yaptık; sizde gelip orada -bir defa olsun- namaz kılar, dua eder misiniz?” Resulullah (s.a.s.), o anda cihad için yola çıktığını, dönüşte camilerine uğrayacağını söyleyerek yoluna devam etti.

Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kaç hafta Bizans topraklarında kaldıktan ve birçok Bizans bölgesini cizyeye bağladıktan sonra, Medine'ye geri döndü.

Münafıkların bir kısmı, fesatlarını devam ettirebilmek için Resulullah (s.a.s.)'le beraber cihada katılmışlar ve cihad esnasında Müslümanların itikatlarını bozmak için şaka yollu, Hz. Peygamber (s.a.s.)'le alay etmişlerdi. Bu münafıklar, sahabe arasında şöyle konuşuyorlardı: “Hele şu adama -yani Hz. Peygamber'e- bakın; Bizansın saraylarını ve kalelerini fethetmeye gidiyor; yazık, yazık!”

Namaz kılan, oruç tutan, Hacc'a giden ve yukarıda gördüğümüz gibi cihada bile katılan münafıklar hakkında şu ayetler nazil oldu:

“Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir sürenin tepelerine indirilmesinden daima endişe ederler. De ki: ‘Siz maskaralık yapadurun, Allah gocuna geldiğiniz şeyi (zaten) meydana çıkarandır. Şayet onlara (seninle birlikte Tebük’e giderlerken niçin alay ettiklerini) sorsan, and olsun ki, biz ancak (yol zahmetini hissetmemek için lâfa) dalmış bulunuyor, şakalaşıyorduk’ derler. De ki: ‘Allah ile O’nun ayetleriyle, O’nun Resulü ile mi eğleniyorsunuz?' (Beyhude) özür dilemeye kalkmayın. Siz iman ettiğinizi ikrardan sonra küfrettiniz. İçinizden bir zümreyi affetsek bile, diğer bir güruhunu -onlar mücrim (cürümlerinde ısrarlı) kimseler oldukları için azaplandıracağız. Münafık erkekler de münafık kadınlar da birbirinin (tamamlayıcı) parçasıdırlar (hepsi birbirine benzer). Onlar, Allah kanunlarına uymamayı emrederler; Allah kanunlarına uymaktan vazgeçirmeye uğraşırlar; ellerini (cimrilikle sımsıkı), yumarlar. Onlar Allah'ı unuttular (O'na taati bıraktılar). O da oları unuttu (onlara lütfunu terk etti). Şüphesiz ki münafıklar fasıkların ta kendileridir.” (6)


Hz. Peygamber (s.a.s.), bu şartlarda cereyan eden Tebük Seferi’nden Medine'ye dönünce, Kuba Mescidi yanında, kendi gayr-i İslâmî görüşlerini yaymak üzere bir cami yaptırmış olan münafıklar, Hz. Peygamber (s.a.s.)'den camilerine gelip namaz kılmalarını tekrar istediler. Allah (c.c.), hemen Cebrail vasıtası ile Resulüne şu ayeti indirdi:

“Bir de (Müslümanlara) zarar vermek için, küfr için, Müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha evvel Allah Resulü ile savaşmış olanın gelmesini iştiyak ile beklemek ve gözetmek için bir (bina yapıp onu) mescid edinenler ve (Bununla) ‘iyilikten başka bir şey kastetmedik’ diye muhakkak yemin edecek olanlar vardır. Allah, şahitlik eder ki, onlar şeksiz şüphesiz yalancıdırlar. (Habibim) onun içerisinde hiç bir vakit (namaza durma). Ta ilk gününde temeli takva üzerine tesis edilen mescid, senin, içinde namaz kılman için elbet daha lâyıktır. Orada tertemiz olmalarını arzu etmekte olan rical vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.” (7)

Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.s.) sahabesinde bir kaç kişiyi çağırtarak şu emri verdi: “Derhâl Kuba'ya gidin ve zalim münafıkların yaptırdığı camiyi yakın, yıkın!”

Resulullah (s.a.s.)'in emri anında yerine getirilerek o cami yakılıp yıkıldı ve caminin yeri de yine Peygamberin emriyle çöplük yapıldı. (8)

Değerlendirme

1- Münafıklar, her fırsatta cihadı önlemeye ve İslâm Devleti'nin kurulmasına mani olmaya çalışırlar. Bu tipler, görünüşte en iyi Müslüman olduklarını iddia ederler. Cihadı istemiyorlarsa bunun İslâm’a yarar getirmeyeceğine emin olduklarından böyle davrandıklarını söylerler. Henüz ortamın müsait olmadığını, dolayısı ile susmanın daha evlâ olduğunu savunurlar.

Böyle sıcak havalarda, Müslümanlara zarar gelebileceği için gününü gün etmenin daha iyi olacağı, hatta bazen Kur'an hakikatlerini bile söylemekten sarf-ı nazar etmenin gerekliliğine inandırmaya çalışırlar kamu efkârını… “Canım çoluk-çocuğun var, sen ölürsen bunlara kim bakacak? İyisi mi, bu işlere karışma, başını derde sokma vs.” Bu gibi münafıklar, bildikleri halde, Allah'ın şu emrini görmezlikten gelirler:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesad (a uğramasın) dan korka geldiğiniz bir ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler, size Allah'tan, O'nun Peygamberinden ve O'nun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah fasıklar güruhunu hidayete erdiremez.” (9)

2- Münafıklar, İslâm düşmanı emellerine kavuşabilmek için en iyi Müslümanlar kendileriymiş gibi görünmeye itine ederler. Namaz kılarlar, oruç tutarlar, Hacc'a giderler, hatta ve hatta yukarıda gördüğümüz gibi cihada bile katılırlar. Ne var ki her fırsatta, mümkün mertebe -gizli olarak- gayr-ı müslimlere yardım ederler. Biraz dünyalık için birkaç Müslümanı feda etmekten çekinmezler.

İslâm’ı yanlış yorumlayıp kendi düşüncelerine uydurmaya çalışırlar. Müslümanlarla beraber namaz kılar; aynı Müslümanlar aleyhine İslâm düşmanlarıyla iş birliği yaparlar… İşte, Allah bunları, namaz da kılsalar, Hacc'a da gitseler, cihada da katılsalar, münafık yani kâfir saymıştır: “Allah münafıkları ve kâfirleri Cehennem'de toptan bir araya toplayacaktır.” (10)

3- Münafıklar, gayelerini tahakkuk ettirmek için camiler yaptırırlar veya Müslümanlar tarafından yaptırılmış olan camileri ele geçirerek, Kuran’a karşı olan ideolojilerini, yani dinlerini o camilerde yaymak isterler; yukarıda sözünü ettiğimiz Dırar Mescidi gibi.

Dırar Mescidi’ni yaptıranların gayesi, orada ibadet etmek, yani Allah'ın kanunlarını anlatmak değildi. Onların maksadı, cihadı engellemek, İslâm’ı kendi keyifleri gibi yorumlamak ve nihayet, Müslümanların arasına nifak sokarak, onları parçalamak için zemin hazırlamak ve İslâm’ı, Kuran’ı, Peygamber'i, kendi İslâm düşmanı emellerine alet etmekti.

Allah, böyle camileri istemediği için Peygamberini oraya gitmekten menetti. Resulullah (s.a.s.) de Allah düşmanlarının emrinde olan ve onlar tarafından yönetilen ve içinde Allah için değil, başkaları için konuşulan ve nihayet minberinden İslam aleyhine hutbeler verilecek olan cami istemediği için sahabesini göndererek camiyi yaktırdı, yıktırdı…

Allah şöyle buyuruyor: “Hiç şüphesiz camiler, sadece Allah'a aittir. Öyleyse Allah'la beraber başka hiç bir yere (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın).” (11)

Dipnotlar: 1- Buhari, Kitap, 56, Bab, 7, 119; Nesai, Kitap, 25, Bab, 3, 30; İbnu Mace, Kitap 24, Bab 1; Muvatta, Kitap 21, Hadis no. 27. 40. 2- İbnu Hişam es-Siratu'n-Nebeviyye. 3- Bkz. İ. S. Sırma, “İslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence” 4- Nur, 55. 5- Tevbe, 81. 6- Tevbe, 64-67. 7- Tevbe, 107-108. 8- İbnu Hişam, a.g.e. c. IV. 530; İbnu Kesir, a.g.e. c. IV. 38-39. 9- Tevbe, 24. 10- Nisa, 140. 11- Cin, 18.

PROF. DR. İHSAN SÜREYYA SIRMA
Gülistan Dergisi'nden Alıntıdır
http://gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=864
 
Üst