Üstada Dair

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bediüzzaman ve Risalei Nur 5 (Ebubekir Sifil)

19 EYLÜL 2010
PAZ 01:00





Üstad'a "Bediüzzaman" lakabının nasıl ve niçin verildiğine gelince; kendisi henüz 14-15 yaşlarındayken ilmî muhitlerde yaygın bir şöhrete nail olmuştu. Keskin zekâsı, dirayeti, ilmî kudreti ve müthiş hafızası, gittiği yerlere kendisinden önce ulaşırdı.

Bu sebeple her gittiği yerde hemen ilmî meclisler kurulur ve bu şöhretin hak edilmiş olup olmadığını anlamak için ilim erbabınca bir anlamda imtihana çekilirdi. Bizzat kendisiyle uzun görüşmelerde bulunmuş olan merhum Eşref Edib, Üstad'ın biyografisini anlatırken şöyle diyor: "... Siirt uleması merak ettiler.
Bir yere toplandılar. Üstad'ı davet ettiler. İntihap ettikleri sualleri birer birer sordular. Üstad hepsine cevap veriyor, bir taraftan da kitaba bakar gibi hocasının yüzüne bakıyordu. O zaman Siirt uleması Molla Said'in hakikaten bir harika, bir Bediüzzaman olduğuna hükmetmiş, onun dehasına hayran olmuşlardı..." (1)

Bu konuda farklı bir tesbit de şu şekildedir: "Van valisi Tahir Paşa onu sık sık evine misafir ediyor ve onun çeşitli konularda belirttiği görüşleri saygıyla karşılıyordu. Said Nursi, aynı yıllarda Bitlis valisinin bir içki alemi düzenlediğini haber alınca, Valiyi topluluğun huzurunda Kur'an'dan ayetler okuyarak uyarmış, bunun üzerine Vali pişman olup tevbe ettiğini açıklamak zorunda kalmıştı. Bu hadiseden bir süre sonra Van valisi Tahir Paşa'nın huzurunda çevredeki alimlerin bütün sorularını cevaplandırınca kendisine "Bediüzzaman" lakabı verildi." (2)

Bu nakillerden ikincisinin daha kesin ifadeler taşıdığına istinaden Üstad'a "Bediüzzaman" lakabının Van valisi Tahir Paşa'nın huzurundaki münazara sonrasında verildiğine hükmedebiliriz.

S-2) Bediüzzaman olarak İslam ilim çevrelerinde kabul görülmekte midir? Kabul görülüyorsa ölçüsü nedir? Kabul edilmiyorsa veya edilmeyecekse neden kabul edilemez?

Bediüzzaman merhumun eser ve görüşlerinin ilmî çevrelerde genel kabul gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Ali Ulvi Kurucu merhumun şu ifadeleri bu konuda yeterince fikir verir niteliktedir:

"Merhum Bediüüzzaman Said Nursi'nin adını, Kahire'deki talebelik yıllarımda gerek Mustafa Sabri Efendi ve gerek Zâhid el-Kevserî ile İhsan efendilerden duyardım: Müstesna insan, fevkalade zeki bir zat. "Bediüzzaman" ünvanı kendisine Doğu'daki hocaları tarafından verilmiş. "Zamanın harikası" demek. (...) Müstesna bir âlim olarak hem eski Arapça medrese ilimlerini bilir, hem de günün fizik, biyoloji, astronomi gibi modern ilimlerine aşinadır. Nadir bulunur bir zekâ ve deha sahibidir..." (3)

Bununla birlikte bizzat Risale-i Nur'un incelenmesiyle de anlaşılacağı gibi, Bediüzzaman henüz hayattayken eser ve görüşlerine ilmî muhitlerden itirazlar varit olmuş, o da bunlara mukabelede bulunmuştur. Günümüzde de Risale-i Nur'u tenkit konusu yapan çalışmalara -nadir de olsa- rastlanmaktadır.
Söz konusu tenkitleri iki grupta toplayabiliriz:

1. Bediüzzaman'ın da mensubu bulunduğu Ehl-i Sünnet ulemadan gelenler.
2. Bediüzzaman'la ve Ehl-i Sünnet çizgiyle kan davası olan bid'at ehlinin tenkitleri.
Bir başka tasnif de, Risale-i Nur bağlamında "esasa yönelik tenkitler" ve "usule yönelik tenkitler" şeklinde yapılabilir.
Şunu bir temel tesbit olarak ortaya koymak ilim ve vicdan borcudur: Her insan gibi Bediüzzaman merhum da yazdıklarında hatadan masun ve masum değildir. Hatta bizzat kendisi, yazdıklarının ve söylediklerinin doğrudan kabul edilmesi yerine mihenge vurularak alınması gerektiğini söylemiştir.

Devam edecek.
1) Eşref Edib, Risalei Nur Müellifi Said Nur, 20.
2) İhsan Işık, (Muhammed Şeyhanzade, Vefatının 26. Yılınca Üstad Bediüzzaman Said Nursi, Girişim Dergisi, sayı: 7, Nisan 1986'dan naklen), Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk, 11.
3) M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar-3, 265.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
duran saat bile günde iki kez saati doğru gösterirmiş
tabi bu iki vakte itimat edip kalanlarında güvenicez diyemeyiz.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Diyalogcuların ,üstad konusunda söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz.zira onlar kimlere güvendiklerini belli etmişlerdir.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
:D senin bize yakıştırdığın sıfıtları sana iade ediyorum.
noktalı olan kısımların manasını ahmaklar da anlar.

sizin dininizden bile şüphe etmeye başladık.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bediüzzaman ve Risalei Nur 5 (Ebubekir Sifil)

Şunu bir temel tesbit olarak ortaya koymak ilim ve vicdan borcudur: Her insan gibi Bediüzzaman merhum da yazdıklarında hatadan masun ve masum değildir. Hatta bizzat kendisi, yazdıklarının ve söylediklerinin doğrudan kabul edilmesi yerine mihenge vurularak alınması gerektiğini söylemiştir.

Allah razı olsun Sifil Hocadan ve buraya nakleden hikem kardeşimden...

Bu ifadeyi biz de yıllardır söylüyoruz ama ne hikmetse nurcu kardeşlerden bu ifadeye kail olan; kail olup gereğini yerine getiren yok denecek kadar azdır. Pek çoğunda Nursi'yi alimler üstü bir alim, şahıslar üstü bir şahıs, kısaca her isimden üstün ve hatta hatasız görmek söz konusu... Asıl sorun da orada başlıyor zaten. Bu durum ezber şekilde en baştan reddediliyorsa da bir vakıadır ve biz defaaten bunu müşahade etmişizdir.

Yoksa, diğer Müslümanlar Sifil Hocanın bu ifadesine lisan-ı hal ile zaten katılmaktalar.

Miheng nedir? Miheng Ehli Sünnet ulemasıdır. Ehli Sünnetin temel umdeleridir. Temel mezhepleridir. Ve bugüne kadar Ehli Sünnet çevreler ince eleyip sık dokuyarak böyle bir mihenge vurma çalışması yapmamışlardır. Mihenge vurma işini bizzat Nurcular da yapmamaktalar. Böyle bir çalışmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü bugün, kendilerine nur talebesiyim diyen kalabalık Müslümanlar her sözünde Nursi'yi takip etmekteler. Dolayısıyla her ne kadar kendileri kabul etmeye yanaşmasalar da kimi yanlışlarını da taklid ederek sürdürmekteler. Ves'selam.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
miheng nedir?
isterseniz bu miheng işini nurculara bırakalım.
risale den iki sayfa bile okumayanların miheng ve diğer işlerle uğraşmaları zaafiyetleridir.

Üstad bizim
başkasının yol göstermesini isteyen mi oldu.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Forumda verildi mi bilmiyorum ama bu yazının 2 öncesi de var. Forumda yoksa burdan verelim inşallah.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
miheng nedir?
isterseniz bu miheng işini nurculara bırakalım.
risale den iki sayfa bile okumayanların miheng ve diğer işlerle uğraşmaları zaafiyetleridir.

Üstad bizim
başkasının yol göstermesini isteyen mi oldu.

Kendilerini

Üstad ın yazdıklarında MİHENK görenlere

ALLAH cc akılvermesiiçin dua ediyorum.

ÜSTAD ın mihengi olmak için ondan daha ÜSTÜN TAKVA ile yaşaması gerekir.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Agbi sen muhatabım değilsin.Saniyen , Fikri seviyen yazdıklarımı kavrayacak düzeyde değil.Diyalogcular, benim ne kasdettiğimi anlar.!

Korakedemik , ' mihenk nedir?, bu işi nurculara bırakalım'' buyuruyorlar!Üstadın beslendiği ana kaynaktan bihaber olanların, böyle kelam etmelerini anlayabiliyoruz! Bizzat üstadın , nurcuların(felsefecileri değil, diyalogcuları asla değil!),sözlerini mihenge vurmalarını istemesi,Üstadın ehli Sünnet olmasını , gören gözlere gösteriyor.
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
sen daha üstadın mihenk sözünü bile bilmiyorsun.
hayatında risale okumamış birinin Üstadı delil olarak ortaya sunması
o senin gizli müslüman dediğin kardinalin nurcu olması gibi olur ancak.

papaz nurcu
kardinal nurcu
kadircik nurcu

:D
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Bu sıfatlar acaba kime uygun dşüyor dersin?
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
papazı müslüman yapan üstüne bir de nurcu yapan kim se ona yakışıyor:D

hala soruma cevap vermedin
müslümanlara niye ahmak dedin
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Diyalogcuların ,üstad konusunda söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz.zira onlar kimlere güvendiklerini belli etmişlerdir.

Selamun aleyküm
Muhterem abim burda vermiş olduğunuz hükmü size yakıştıramadım.
Ayrıca burda diyalogcular derken kastettiğiniz ehl-i kitab mı yoksa müslümanların olduğu tarafı mı?
Salisen önemli olan söyleyen değil söylenendir eğer söylenenler bir hakikatı ifade ediyorsa bir kıymet ifade eder bunun en güzel örneğini Üstadımız Hazretleri bizzat Risale-i Nur da ehemmiyetli bir yeri ihraz eden İşârâtü'l-İ'câz tefsirinin ahirine ilhak edilen kısımda göstermiş olup aşağıda verdiğim iktibasta da bahsetmiştir:Saniyen: İstanbul da, Refet Beyin ve Mustafa Oruç un yazdıklarına göre, çok zaman İslam ordusunu idare eden ve sonra darülfünuna inkılap eden Harbiye Nezareti ve Bab-ı Seraskeri, o muazzam binanın alnında hatt-ı Kur'ân ile o manidar Kur'ân ayeti yazılmışken, sonra da mermer taşlarla üzeri kapatılıp o nurları gizlemişlerdi. Şimdi yeniden hatt-ı Kur'âniyeye bir nümune-i müsaade ve Risale-i Nur'un takip ettiği maksadına bir vesile ve üniversite ileride bir Nur medresesi olmasına bir işaret olduğu gibi, Denizli Nurcularından Ahmed lerin meşhur alim ve akılca on dokuzuncu asrın en büyüğü ve içtimai filozofların en ilerisi Bismarck ın eserinden aldıkları bir fıkrada, o yüksek Bismarck, eserinde diyor ki:
"Kur'ân ı her cihetle tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Bunun misli ve beşeriyeti idare edecek hiçbir eser yoktur ve gelemez."
Ve Peygambere hitaben der:
"Ya Muhammed! Sana muasır olamadığımdan çok müteessirim. Beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, badema göremeyecektir. Binaenaleyh, senin huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim."
Bismarck
diye imzasını atmış. Ve o fıkrasında tahrif ve nesh olunan kütüb-ü münzeleyi ziyade tenkis ettiği için, o cümleler yazılmamalı; ben de işaret ettim.
O zat on dokuzuncu asrın en akıllı ve en büyük bir filozofu ve siyasetin ve içtimaiyat-ı beşeriyenin en mühim bir şahsiyeti olması; hem alem-i İslam, istiklaliyetini bir derece elde etmesi; ve ecnebi hükumetlerin hakaik-i Kur'âniyeyi araması; ve garp ve şimal-i garbide Kur'ân lehinde büyük bir cereyan bulunması; hem Amerika nın en yüksek ve meşhur filozofu olan Mister Carlyle dahi aynen Bismarck gibi demiş:"Başka kitaplar, hiçbir cihette Kur'ân a yetişemez. Hakiki söz odur, onu dinlemeliyiz" diye kat i karar vermesi; Haşiye ve Nurların da her tarafta fütuhatı ve ileri gitmesi, büyük bir fa l-i hayırdır ki, ecnebide çok Bismark lar ve Mister Carlyle lar çıkacaklar ve emareleri de var diye Nurculara bir bayram hediyesi olarak takdim ediyoruz ve Bismarck ın fıkrasını leffen gönderiyoruz.
Haşiye
Risale-i Nur dan Arabi İşaratü l-İ caz tefsiri otuz sene evvel, onun bu kıymetli hakperestane hükmüne işaret etmiş.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3657
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Aleykumselam, ya ahi! Söylediklerim konusunda samimiyim.Sizin de meşreb konusunda taasubba girmeden, yanlışa yanlış deme erdemini göstermeniz gerekir, yani samimiyet.Maatteessüf diyalogcularda bunu göremiyoruz.Hocanız, ehli kitaba hoşgörü çerçevesinde bir tutum içindeyken, kendilerini ilmi ölçülerde eleştirenlere ''anaşist, karamita vb. '' nitelemelerde bulunarak, samimiyet meselesinde nerede durduğunu belirlemişlerrdir.

Üstad Hazretlerinin İşaratül İcaz tefsirinden bahsetmişsiniz.Heyhat! Üstad bu eserinde ehli kitabı imana yani Hazreti Muhammed Aleyhisselama davet ederken, diyalogcular, tertip ettikleri toplantılarda ehli kitabı sırat köprüsünden! cennete yolcu ediyorlar.Maatttessüf daha öncede yazdım, hocanızın 9-10 ciddi meselede Üstad Hazretlerine, daha doğrusu ehli sünnete muğayir olduğunu belirttim.Dolayısıyle, diyalogcuların nurcu meşrebinden olmadıkları konusunda hiçbir şüphe taşımıyorum.Zaten Ehli Sünnete muhalif olanların nurcu olmaları eşyanın tabiatına aykırıdır.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Aleykumselam, ya ahi! Söylediklerim konusunda samimiyim.Sizin de meşreb konusunda taasubba girmeden, yanlışa yanlış deme erdemini göstermeniz gerekir, yani samimiyet.Maatteessüf diyalogcularda bunu göremiyoruz.Hocanız, ehli kitaba hoşgörü çerçevesinde bir tutum içindeyken, kendilerini ilmi ölçülerde eleştirenlere ''anaşist, karamita vb. '' nitelemelerde bulunarak, samimiyet meselesinde nerede durduğunu belirlemişlerrdir.

Muhterem abim Hocaefendi anarşist ve karmati nitelemelerini ilmi olarak eleştirenler için kullanmamıştır isterseniz buyrun okuyun:İşte, hoşgörü ve diyalog gayretlerini baltalayan, barış ve dostluk rüyasını çatlatanlar da Karmatîler ve Haricîler gibi davrandılar ve adeta bir modern Karmatîlik, bir çağdaş Haricîlik sergilediler. Onlar da, kendilerinin Müslüman olduklarını söylediler; ama bir kısmı, Batınî yorumlarla dine saldırdı, din olarak heva ve heveslerinin emirlerine uydular; diğerleri de, bağnazca davranarak hem ayet ve hadislerin sadece zahirî manalarını esas aldılar, hem de kendilerinden olmayan diğer Müslümanlara karşı ve dolayısıyla da bize karşı düşmanlık duygularını körüklediler, hınç ve gayz bıçaklarını bilediler. Bir kısmı, koyu bir Bâtınîlik mülahazasına kapılarak, kendilerini insan üstü, müteal varlıklar şeklinde gördü, herkese tepeden baktılar; diğerleri ise, zahirî nasslara bağlı, hiç te’vil bilmeyen, tebliğ üslubundan ve müsamahadan nasipsiz, terbiyesiz ve saygısız kimselerdi; onlar da fitne ateşini tutuşturdu ve hoşgörü hareketini dinamitlediler.

Bu iki gruba daha sonra anarşist ruhlar da dahil oldu. Karmatî hezeyanı ve Haricî taşkınlığı, Müslümanlar arasından da bazılarının teröristlerin ağına düşmesine sebebiyet verdi. Onlar da, Müslümanlık adına kargaşaya karıştılar, başkalarını tehdit ettiler ve hatta insan öldürdüler. İster millî, isterse dinî hisler hesabına olsun, bazı saf kimseler, bir kısım karanlık güç odakları tarafından kullanıldı; dinden nasipsizler din hesabına kan döktüler ve böylece dinsizlere de koz vermiş oldular. Bazı zalimlerin Müslümanlara karşı yaptıkları mezalimi adeta meşru hale getirdiler. Çünkü, ortada sistemi tanımayan, devlete baş kaldıran, demokratik kurallara ve laik sisteme isyan eden bazı kimseler vardı. Dolayısıyla "O baş kaldırmaları bastırması devletin hakkıdır." mülahazası hasıl oldu. Bu arada, ihtimaller de vukuat yerine konarak "Bunların tehlikeli olmaları da muhtemeldir, öyleyse bunların da ezilmesi lazımdır." vehim ve safsatalarıyla pek çok masumun da canı yandı. Müslümanlıkta canlı bombanın yeri yoktu ve olamazdı. Tarih boyunca, İslâm’dan, masum kimseleri öldürme gibi bir fetva alınamamıştı ve alınamazdı. Fakat, kandırılmış ya da değişik yollarla ve ilaçlarla uyuşturulmuş insanların Karmatîce ve Haricîce davranışları neticesinde bembeyaz insanlar karalandı, ap-ak Müslümanlık kapkara gösterildi. Allah’a teslim ve emniyetin temsilcisi olan Müslümanlar birer potansiyel teröristmiş gibi sergilendi.

Evet, iki unsur işin vehametini artırdı: Zalimlerin hışmı, ceberutu ve kararlılığı; bir de, onlara koz veren bazı saf kimselerin tavır ve davranışları.

O süreçte en büyük zararı ortadaki insanlar, mütereddid ve mütehayyirler gördü. Onlar, meydana gelen hadiselere bakınca ve meydanda boy gösteren bir kısım anarşist ruhlara, bazı nihilistlere, bir avuç Haricî ve Karmatî’ye şahit olunca, "İşin doğrusu bunlar da biraz fazla ileriye gidiyorlar ve yapılanları hakediyorlar." dediler ve gadredenlerin bu mevzudaki ceberûtî tatbikatını ma’kul ve meşrû kabul ettiler. Yapılanları, sistemin müdafaası şeklinde algıladılar. O gün idareci olanlar da, ya kasten göz yumdular, ya da meseleleri algılamada zuhûller yaşadılar. Neticede o tereddütlüler, tereddütlerine yenildiler ve hoşgörü atmosferinin bozulmasına, uzanan barış ellerinin geri çekilmesine razı oldular.

Olup bitenler biraz da tahribatın kolay olması esprisine bağlanabilir. Tahribat, çok az, küçük bir gurubun elinden de olsa yine tesirli olabilir. Çünkü yıkma kolaydır. Karalama, yalan ve iftiranın yayılması birkaç kiralık kalemle her zaman mümkündür. O dönemde bunu da yaptılar. Yalan ve iftiralara başvurdular, bazı kimseleri ve müesseseleri karaladılar. Basın-yayın hürriyeti gölgesi altında iftira kampanyaları açtılar. Daha sonra, tekzib, tashih, tavzih ve tazminat davaları açılsa da bunlar aylarca sonra ancak sonuçlandı.. sonuçlandı ama bazılarının zihninde o kirli imajlar da bırakacağı tesiri bıraktı..

Bütün bu olumsuzluklara sebebiyet verenler "marjinal bir kesim"di. O küçük azınlık, bir gayri memnunlar topluluğuydu. Onlar adeta bir kast sistemine inanıyor, -hâşâ ve kellâ- kendilerini Zât-ı Ulûhiyet’in ağzı, gözü, burnu, kulağı gibi görüyor; kendileri dışındakileri de tırnaktan yaratılan kimseler olarak, Necip Fazıl’ın tabiriyle parya kabul ediyorlardı. Onlara göre, bir hayır olacaksa, onların eliyle olmalı, bir başarı elde edilecekse, o başarı mutlaka kendilerine mal edilmeliydi. Dindar insanlar da kim oluyordu ki adları diyalog ve hoşgörüyle anılsın? Müslümanların ne hakkı vardı ki eğitim denince hemen onlar akla gelsin? Hayır, menşe ve mahiyeti tırnak olanlar değil, kendileri gibi gözden kulaktan yaratılmış kimseler (!) önde olmalı, onlar başarıyla anılmalıydı. İster marjinal bir kesim, ister oligarşik bir azınlık, isterseniz de Kur’an’ın ifadesiyle şirzime-i kalîl deyin, işte o mağrur insanlar, yaptıkları şey tahrip olduğundan dolayı, çok zarar verdiler ve bu vatan sathını sarabilecek dostluk ve barış atmosferini bozdular...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Hadi senin dediğin gibi olsun (ki öyle değil)ne diyor yazıda :''hoşgörü ve diyalog gayretlerini baltalayan, barış ve dostluk rüyasını çatlatanlar da Karmatîler ve Haricîler gibi davrandılar ve adeta bir modern Karmatîlik, bir çağdaş Haricîlik sergilediler''

Allah Tealaya eş koşma gibi azim bir günahın içerisinde olanlara hoş görü varda ,''hoşgörü ve diyalog gayretlerini baltalayan, barış ve dostluk rüyasını çatlatanlar da Karmatîler ve Haricîler gibi davrandılar ve adeta bir modern Karmatîlik, bir çağdaş Haricîlik sergilediler'' cümlesindeki şiddet ve höşgörüsüzlük ne oluyor.Onlara hoşgörülü davranmak, ehli kitab kafirlerine yapılan hoşgörüden neden farklı!? Hem diyaloğu baltalayanlar gibi ifadede ne oluyor.? Eleştirmek baltalamak mı, değilse baltalamak ifadesiyle ne anlatılıyor?Yoksa eline balta alan mı kasdediliyor!:)
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Şimdi burada diyaloğu eleştiren bir çok grup var bunların içinde sizin gibi samimi olanlar var olduğu gibi tam tersi durumda olanlarda var burada bu nitelemelere elbette layık olan onlardır.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Zannediyorum, ebubekir sifil de bu kategoride yani iyi niyetli addedilenlerden.zira annesinin vefatı münasebetiyle kendisine bir taziye göndermiş.Tabi burdaki niyeti bilemem!
 
Üst