Çitin Etrafında Dolanıp Durmak...

YagmuR

Üye
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
2,504
Tepkime puanı
586
Puanları
0
Yaş
35
Konum
¤´ UnuTuLu§taN `¤
Web sitesi
www.gencislam.com
“...Şüpheli şeyleri yapan kişi, tıpkı bir çitin etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Koyunlar her an korunan araziye girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın koruduğu bir yer vardır, Allah’ın koruduğu yer ise haramlardır...”

Peygamberimiz s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz haramlar bellidir. Helaller de bellidir. Bir de ikisinin arasında haram mı helal mi olduğu belli olmayan şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak isteyen bunlardan kaçınır. Bu şüpheli şeyleri yapan kişi, tıpkı bir çitin etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Koyunlar her an korunan araziye girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın koruduğu bir yer vardır, Allah’ın koruduğu yer ise haramlardır. Bedende de bir et parçası vardır. Eğer o et parçası sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. Eğer o et parçası bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.” (Buharî)

Hadis-i şerifte şüpheli şeylerden uzak durmaktan hemen sonra korkudan, ondan hemen sonra da kalpten söz edilmiştir. Veliler de buna uygun bir şekilde şüpheli şeylerden uzak durmakla Allah korkusunu ve zikrin mahalli olan kalbi birlikte ele almışlardır.

Allah korkusuna takva, şüpheli şeyleri terk etmeye verâ denir. Takva ile verâ, sonra da takva ile zikir arasında nasıl bir ilişki bulunduğuna bakalım.

Haram olabilir korkusu

Verânın başlangıcı, haram olup olmadığında ihtilaf olan şeyleri terk etmektir. Buna göre, herhangi bir muteber alimin haram dediği şeyi, diğer alimler fetva verse de yapmamak daha faziletlidir. Muhammed Haşim Keşmî rh.a., Berekât isimli eserinde, İmam Rabbanî k.s. hazretlerinin “herhangi bir alimin haram dediği şeyi terk etmek gerekir” dediğini belirtmiştir. Ancak salih insanlar bu kadarıyla da yetinmezler. Yaptıkları her işi Allah korkusuyla ürpererek yapar ve haram olabilir endişesiyle bazen mübahları bile terk ederler. Nitekim Hz. Ebu Bekir r.a. harama düşme korkusuyla yetmiş tane helali terk ettiğini söylemiştir. (Kuşeyrî)

Hz. Ebu Bekir r.a.’ın söylediği bu korku ancak ilmiyle amel eden salih alimlerde bulunabilecek bir korkudur. Ancak yine de insan hadis-i şerifte sözü edilen çoban gibi, koyunların çiti aşacaklarından endişe etmezse, bir şey olmaz derse, endişelenip sürüyü uzaklaştırmazsa verâya ulaşamaz. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan ancak alimler hakkıyla korkar.” (Fatır, 28)

Allah korkusu ilim öğrenen kişinin gururlanmasına ve kibirlenmesine engel olur, onu öğrendikleriyle amel etmeye sevk eder. Bu da öğrendiği şeylerin hakikatine vakıf olmasını sağlar. Sehl bin Abdullah k.s., imanın kemalinin ilme, ilmin kemalinin de Allah korkusuna bağlı olduğunu söylemiştir. (Avârif)

İlmin öğrettiği sınırda durmak

Şüpheli şeylerden kaçınmak isteyenler, dinin emir ve tavsiyelerini kendilerince yorumlamak yerine, güvenilir alimlere danışır ve onlar ne diyorsa itiraz etmeden yaparlar. Her anını Allah’ı hatırda tutarak geçirmeye ve bütün şüpheli şeylerden korunmaya güç yetiremeyenler en azından bu ahlâkı huy edinmelidir. Bu konuda Yahya bin Muaz k.s. şöyle demiştir:

Verâ, kendince bir yoruma gitmeden, ilmin öğrettiği sınırda durmaktır.” (Kuşeyrî)

İlmin öğrettiği sınırda durmak, aradığımız fetvayı bulana kadar hoca hoca gezerek olmaz. Kişinin niyeti biraz da soru soracağı alimi seçmesinden ve soru sorma şeklinden belli olur. Yine hiçbir alime başvurma ihtiyacı duymadan tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarını karıştırarak kendi başına bir çözüm aramak da çoğu zaman ilmin öğrettiği sınırda durmak değil, kendince bir yorum bulmak yerine geçer. Çünkü her işin bir usulü ve ehli vardır.

Kalbin verâsı ve zikir

Verâ hem bedenle, hem de kalple olmalıdır. İşlediğimiz hatalardan dolayı içimiz kan ağlasa bile o hatalara devam ediyorsak, bedenimiz verâ halinde değil demektir. Bedenimiz şüpheli şeylerden uzak dururken kalbimiz yine boş şeylerle meşgulse, Allah’ı anmıyorsa, bu sefer de kalbimiz verâyı terk etmiş demektir. Yine Yahya bin Muaz k.s. demiştir ki:

“Verâ iki şekilde olur: Biri bedende olur. Bu, kulun sadece Allah’ın rızasına uygun olan amelleri yapmasıdır.

Diğeri ise, kalpte olur. Bu da, kalbe yüce Allah’tan başka kimsenin girmemesidir.”
(Kuşeyrî)

Sırayı gözetmek


Alimler ve veliler verânın sadece ilim, takva ve zikirle ilişkisini belirtmemiş, bunun yanında bunların hangi sırayla elde edileceğini de göstermiştir. Bu konuda ikinci bin yılın müceddidi İmam Rabbanî k.s. hazretleri şöyle demiştir:

“Akıllı kimselere ilk gereken Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yoluna uygun bir şekilde akait öğrenmek ve inancını düzeltmektir. Bundan sonra fıkıh hükümlerini öğrenmek gerekir. Farz, vacip, helal, haram, sünnet, mendup, şüpheli ve mekruh olan şeyleri bilip gereğince amel etmelidir. İtikat ve amele dair iki kanat elde dildikten sonra da, Hak Tealâ’nın yardımıyla, bütün vakitleri zikirle geçirmeye gayret etmelidir.” (Mektubât)

Zikirden maksat sürekli Allah’ı düşünmek, yapılan her işte ilahi hoşnutluğu gözetmektir. Böylece hadis-i şerifte buyrulduğu gibi kalbin sıhhati sağlanır. Kalp gıdasını almış, kuvvetlenmiş, sıhhat bulmuş olur. Kalp güçlenince de vücut, düşünce ve fikir güçlenir, iyiliklere güzelliklere yönelir. Her işine dikkat eder, her anını en güzel şekilde geçirmek ister. Nerede ne yapması gerektiğini bilmek için ilim öğrenir, öğrendiği ilimle amel eder. Amelleriyle övünmez, onları eksik görür, Allah’tan korkarak sürekli daha iyi amel etmeye çabalar.

Böyle olunca da büyük günahlardan başlayarak içinde en ufak bir haram ihtimali olan şeylere kadar bütün şüpheli şeyleri terk eder.



Mükerrem METE / Semerkand Dergisi
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Takvanın üstü vera...

Allah razı olsun kardeşcim...
 
Üst